Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
26 novembre 2011

DERSİM ALEVİLERİ, CUMHURİYET VE MUSTAFA KEMAL

    Dersim-2                                                                                                         

 17 Kasım 1937 Tunceli -Pertek Halkevi  17Kasim1937TunceliPertekHalkEvi[1]         

 

 

 

 

 

 

         Genel anlamda Cumhuriyet yönetimi ilk kurulduğunda Anadolu halkı ve Dersim halkı bu cümleye yabancı olduğu söylense de bu deyim yerinde olmayan bir deyimdir. Çünkü M. Kemal militarist kökenlidir. Dersim halkı onun bu militarist yönünü hemen kavramış. Ayrıca devlet kademesini yönetenler de gene askeri kökenlidir. Bu sebeple cumhuriyet kavramını halk seve seve kabul eder fakat bu cumhuriyetin özde askeri diktatörlüğe dayalı militarist bir yönetim olduğunu, halk ne yazık ki henüz anlamış değildir. Bu sebepten dolayı özellikle Dersim halkı bu cilalı yönetim şeklini asla yutmaz. Dersim, bu yönetimden sonra kuşatma altına alınır. En büyük darbeyi Cumhuriyet denilen dönemin ilk başında yer. Fakat bu halk, gene cumhuriyet ilkelerine bağlı kalır. Bu yönetimin ülkeye yerleşmesinin mücadelesini verir ve halen de vermektedir.

          Genelde Anadolu Alevileri'nin ve özelde Dersim halkının, Mustafa Kemal'e olan bakış açıları, bugünkü tavırlarının belirginleşmesi açısından çok önemlidir.

          Aleviler, cumhuriyet ve demokrasinin ilke ve yönetimine seve seve katılır. Onu canla başla savunmak en büyük görevidir. Ancak Aleviler, gerçek anlamda bir halkın iktidarda olduğu, gerçek bir cumhuriyet veya demokrasiye sahip çıkabilirler. Yoksa günümüzün cilalanmış sahte cumhuriyet laflarına Aleviler'in karınları tok ve kulakları tıkalıdır. Demokrasinin egemen olduğu bir ülkede, sadece Aleviler değil, tüm toplumlar da böyle bir gerçek demokrasi ve cumhuriyete sahip olmakla gurur duyacağı kaçınılmazdır. Açıkçası halk demokrasisine dayalı bir demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün, hak, hukuk ve adaletin dayanağı olan gerçek halk demokrasisine, Aleviler ve her toplum sürekli sahip çıkar ve çıkmalıdır. Barışın, kardeşliğin, birliğin ve dirliğin temel dayanağını teşkil eden bir halk demokrasisi idaresini Aleviler tartışmasız destekler ve sahiplenir. Zaten genelinde Alevi halkının en büyük arzusu bahsedilen bu halk demokrasisinin bütün dünyaya egemen olmasıdır. Alevi halkının bütün ve esas çabası budur ve böyle olması gerekir. Yoksa onun boş laflara karnı toktur ve onun açısından atılan pratik adımlar çok önemlidir.

          Gelelim Aleviler, Cumhuriyet ve M. Kemal ilişkilerine! Aslında Dersim halkıyla M. Kemal arasında öyle ciddi temelde herhangi bir ilişki yoktur. Ayrıca bir ilişkinin boyutu Diyap Ağa ve benzerlerin, devletin meclisinde yer almasıyla, bunu M. Kemal ile ilişkilendirmenin herhangi bir temeli de yoktur. M. Kemal'ın özellikle Kürdistan bölgelerinde yaptığı kongrelerin özü dikkatlice incelendiğinde, hep hile ve entrikalarla dolu olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu hile ve entrikaları anlamak için onun kurduğu ve onayladığı Anayasanın temeline bakmakta fayda var. Onun uyguladığı yol ve yöntemlerin şekline bakmakta fayda var. Onun, laikliği, Emevi islam dini adı altında, Diyanet işleri başkanlığı vasıtasıyla dini nasıl meşrulaştırdığına ve siyasallaştırdığına bakmakta fayda var. Onun Tekke ve zaviyeler kanununu çıkarıp Aleviliği nasıl lağvettiğini göz önünde tutmakta fayda var. Onun, faşizmi cumhuriyetle nasıl kamufle ettiğine, bakmakta fayda var? Onun, eşitlik adına bölgeler arası uçurumları nasıl yarattığına bakmakta fayda var? Onun, halklar arasında Türk ırkçılığını göklere çıkarmasındaki farklılığı yakalamakta fayda var. Onun,"bir Türk dünyaya bedeldir" deyimindeki özü yakalamakta fayda var. Onun, "Ne mutlu Türküm diyene" deyimindeki ırkçı ve faşist yüzünü yakalamakta fayda var. Onun, etnikler üzerinde kurduğu milli baskıyı görmekte fayda var. Onun Karadeniz’de boğduğu 15 komünist insanı, görmekte fayda var. Onun, Kürdistan'da "isyan" yaftasıyla soykırım yaptığını görmekte fayda var. Onun, Dersim'i baş çıban olarak göstermesini görmekte fayda var. Burda yapılan soykırımın sorumlusu olduğunu görmekte fayda var.

          Ayrıca önemle belirtmek istediğim esas olgu, gerek Aleviler'in, gerekse Kürtler'in en büyük zaafı, onun beli sıvazlandı mı kendisinden geçip mest olmasıdır? Onun beli sıvazlandı mı akan sular durur? O, herkese aynı toprak gibi olur! İşte onun gerçek yüzü bundan ibarettir. Bu iki halk, hem Osmanlı, hem de Türk devleti tarafından kullanılarak bir devlet sahibi olur. Ama sonuçta bu iki halka soykırım nasip olur, söz konusu baba-oğul devleti tarafından. Ama gene de bu iki halk halen gerekli dersi almamış durumdadır. Gene de devlete hizmet etmeyi bir marifet bilir. M. Kemal'i yüceltmeyi bir marifet bilir ve onu kendisine ata olarak sayar, öz atası olduğu halde. Yeryüzünde hiç böyle bir toplumun, böylesi ulusal bir üvey ataya sahip olduğu da görülmemiştir. Nede olsa birbirlerinin tasından yemek yemişler! Elbette biri efendi, diğeri hizmetçi olur. Bu devlette efendi-hizmetçi ilişkilerinin haddi var hesabı yok düzeydedir. Bu ilişki temelinde padişah-vezir, efendi- uşak, patron-işçi, ağa-ırgat, bey-kul, usta-çırak gibi ilişkiler sıralıdır, aynı bir zincirin halkaları gibi!..

          Cumhuriyet yönetiminden önceki Osmanlı döneminin genelinde Aleviler hakkındaki politik tavır, Şeyhülislam cellat Ebusuud'un tavrıdır. Osmanlı, kendisine en büyük düşman olarak Aleviler'i hedef alır. Aleviler'e değil yaşam hakkı, onlara kendi inançları bile çok görülür. Osmanlı celladı Ebusuud tarafından çıkarılan bir kanunla, toplu Alevi katliamı yapılır. Hatta bebekler bile diri diri kuyulara atılarak, bu kuyuların üstü betonlarla kapatılıp izler kaybettirilir. Açıkça Aleviler ve diğer etnikler için Anadolu'nun her karış toprağında bir soykırım olayı devreye girer. Böylesi şartlarda M. Kemal politik sahneye çıkıyor. M. Kemal, ittihat terakki ve Cumhuriyet (!) taraflısı olarak siyasi sahneye çıkmasıyle, Anadolu halkının can simidi haline getirilir. Özde ise o, militarist bir ruh yapısına sahiptir. Onu yaratan da gene Avrupalı emperyalistlerdir. Bir anlık cumhuriyetçi kesilen M. Kemal, bu imajla bütün Anadolu halkının desteğini kazanır. Ancak yoksul ve çilekeş Anadolu halkı Cumhuriyet idaresinden habersizdi ve cumhuriyetin ne olduğunu bile bilmiyordu. Cumhuriyet demagojisi altında ancak ne yazık ki halk ikinci kez baskı altına alınır.

          Bazı Alevi yazarlar, M. Kemal'ın Alevilerle olan ilişkilerini birkaç kişiye bağlaması da büyük bir siyasi gaftır. Hacı Bektaş Veli postuna oturan bir Cemalettin Çelebi'yi Anadolu Alevileri'nin öncüsü, sözcüsü veya temsilcisi olarak lanse etmek ve böylesi hatalara düşmek de bir yol düşkünlüğüdür. Aynı postun dede-baba geleneğinden bir başka ortağı olan Salih Niyazi Dede baba ile M. Kemal'ın ilişki kurduğu gerçek olsa dahi Aleviler için bir şey ifade etmez. Çünkü M. Kemal, Cemalettin Çelebi ile sıkı ilişkilerinin olması da Aleviler için hiçbir şey ifade etmez. Sonuçta M. Kemal ipleri eline geçirmesiyle birlikte TBMM'yi kurup ve Anayasayı da temele oturttuktan sonra Alevi halkını, dini inançlarından men ettiği ortaya çıkıyor. Tekke ve zaviye Kanununu getirip yasallaştırarak bütün tekke ve medreseleri kapatır. Fakat M. Kemal, bu yolu tıkamakla Alevi halkının inancına asıl darbeyi vurduğu daha sonradan fark edilir. Çünkü o, cumhuriyet yaftası altında gene diyanet işleri başkanlığını kurarak en tehlikeli yolu açar. Yani dini gelişmeyi önlemek adı altında tam tersine devlet eliyle din meşrulaştırılır. Sözde laik ve cumhuriyet devlet, bu cilayla kurtarılmaya çalışılır imajı verilmektedir. Yani bu bahaneyle dinin, devletin denetimi altına alınmaya çalışıldığı ileri sürülmektedir. Bu yöntemle din ve devlet işleri birbirinden ayrılmış oluyor. Halbuki tam tersine din ile devlet işleri iç içe girerek birleştirilip ve bu iki kuvvet (güç), ezilen yoksul halkın üstünde bir kılıç gibi sallandırılır. Bu düşüncenin ürünü bugün görülmektedir.

          Sünni islam dinine yol açan, Hacı Bektaş Veli Dergâhını Nakşibendiler'e teslim edip yanında cami kurdurmasına göz yuman da M. Kemal yönetimidir. Bütün bu olaylar egemen ırk tarafından, Türk ırkından olan ulusun hakları yasal güvence altına alınarak adım adım uygulanmaya geçtiği görülmektedir. Deniliyor ki bütün gelişen bu olaylar M. Kemal'ın ölümünden sonradır. Böyle bir sav dahi yanlıştır. Bugünün hatalarını, onun kurduğu Anayasanın temel maddelerinden görmek gerekir. Bu anlamda M. Kemal'ın ilericilik düzeyini de öğrenmiş bulunmaktayız. Bu nasıl bir M. Kemal ilericiliğidir ki o, İtalya, Fransa ve daha başka ülkelerin Anayasalarında kopyalar getirip, bir Anadolu toplumuna uygulamaya kalkışır? Bir toplumun (örf, adet ve geleneği) kültürünü elinden alıp, yabancı kapitalist devletlerin (örf, adet, gelenek) kültürünü empoze etmeye çalışır. Bunun adı da ilericilik olur! Hatta bir toplumun geleneksel giyim tarzı aşağılanır ama kapitalist, emperyalist devletlerin geleneksel giyimi de halka empoze edilir. Bunun adına da ilericilik denilir. Toplumun geleneksel "fesi" kaldırılır yerine Avrupa "şapkası" getirilir ve adına da utanmadan "şapka devrimi" denilir. Bir şeyi başkasından örnek alıp halka zoraki empoze etmek devrim değildir. Tersine toplumu dışarıya özendirmedir. Devrim yaratıcılıktır. Devrimi yaratan, halkın kendisi olması gerekir ve buluşları da gene kendisi yaratması gerekir. Batı Avrupa emperyalist devletlerindeki dil, model olarak alınır ve adına da "harf devrimi" demek bir başka gülünç olaydır! Bunun adına da kemalizm denilir. Doğu medeniyeti aşağılanarak alay edilir, Batı medeniyeti de yüceltilerek göklere çıkarılır. Bunun adı gene devrim veyahut da ilericilik olur. Kendi medeniyetinden kaçan ve yabancı medeniyetini benimseyen bir kafa yapısı ne derece ilerici olabilir? Kendi toplumunun geleneksel ahlâkî zihniyetini ayaklar altına alan bir kafa yapısı nasıl ilerici olabilir? Kendi toplumunun değer yargılarını çiğneyen buna karşı yabancı toplumlara özentiyi teşvik ettiren bir kafa yapısı ne derece sağlıklı olabilir?

          Bazı yazarlar, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Aleviler'in rahat bir nefes aldıklarını ileri sürerler. Sözde laik cumhuriyetin kurulmasından sonra kısmî olarak Aleviler nefes alırlar. Fakat bu dönemde de şu ilginç politika izlenir. Aleviler hakkında ve Aleviler'e özgü özel olarak el altında ikinci bir yedek anayasa çıkarılarak kırmızı bir kitapçıkla idare edilir. Yani Aleviler için bu yedek Anayasa perde arkasında yürürlüğe konulur. Bilhassa Dersim halkı, devlet için özel olarak "çıban başı" ilan edilir. Bu sebeple "Tunceli Kanunları" M. Kemal döneminde 1935 'te çıkarılmış olup, bu kanun maddeleri günümüzde adım adım uygulanmaktadır.

          Bazı Alevi yazarların, M. Kemal'ı nerdeyse Alevi yapmadıkları kaldı! Kalemlerini satan bazı Alevi yazarlarının deyimine göre, Aleviler yer yer M. Kemal'ı "Mehdi" olarak görme gibi tavırların sergilendiğine bile yer verirler. Mehdi yaygarasını yaratan da Aleviler değildir, tersine onu kendisine "ata" olarak kabul eden, ırkçı egemen Türk moğol kafasıdır. Böyle bir deyim aslında yazanların beyinlerinde gizli olsa gerek ki dolaylı yollardan Aleviler'e mal ettirmeye çalışırlar. M. Kemal hiçbir zaman sağlığında Aleviler'e de önem vermemiştir. Onun, Aleviler'e verdiği önemin gizliliği, diyanet işleri başkanlığının kurulmasıyla belgellidir. Onun, Aleviler'i nasıl arkadan hançerlediğini görmek için asıl görülmesi gereken konu, bu noktadır. Günümüzün genç dinamikleri artık o kadar cahil olmaması gerekir. Aleviler, M. Kemal'ın sözde cumhuriyeti döneminden de rahat edemediler. Aleviler eğer bugüne kadar kendilerini ayakta tutabildilerse bu, onların verdikleri mücadelenin sonucu ve kendi dini inançlarından dolayıdır.

          Ezen ulus yazarlarının, Aleviler ve Kürtler hakkındaki görüş ve düşünceleri de yine resmi devlet ideolojisinden üç aşağı beş yukarı bir farkı yoktur. Bu kesimin tavrının net olması bir anlamda çok görülmez. Fakat Alevi ve Kürt yazarlarından asıl darbenin gelmesi, Pirimiz Pir Sultan Abdal'ın "ille dostun gülü pareler beni" deyişini bize hatırlatır. Bu anlamda gerçekten asıl darbe sürekli bu iki halkın kendisi içinde yaşanmıştır. Asıl ihanet bekçileri, bu iki halk içinde ortaya çıkmıştır. Kürt ve Alevi halkını arkadan hançerleyen asıl düşman, bu satılık kalem sahipleridirler. Ayrıca Alevilik adına sözüm ona eser yazan bu satılık kişiliklerin olması Aleviler için bir yüz karası düzeyindedir.

         Rıza Zelyut "Öz kaynaklarına göre Aleviler" adlı kitabında Dersim Katliamı konusunda şöyle yazar;

          "Burada, Dersim isyanı ve Atatürk'ün Aleviler'e karşı tutumu üzerinde de bazı açıklamalar gerekir. Dersim isyanı; Atatürk'ün rahatsız olduğu bir dönemin olayıdır. Kendisi (M. Kemal-bn-), bu isyanla bizzat ilgilenmemiş, başbakan Celal Bayar ile general Abdullah Alpdoğan, Tunceli'de bir kırım gerçekleştirmişlerdir."(Age.sf/291)

          Zelyut, M. Kemal'in rahatsızlığından bahsetmektedir. Merak edilecek olan tek şey bu rahatsızlığın tarihi verisi söz konusu yazar tarafından belirtilmiyor. Halbuki bazı belgelerde de Seyit Rıza ve arkadaşları asıldığı gecenin ertesinde M. Kemal’ın Elâzığ'a geldiğinden bahsedilir. Hatta İhsan Sabri Çağlayangil bile kendi anılarında bu durumu açık bir şekilde ifade etmektedir. İlk Dersim katliamı 1935'lerden daha önce başlar ve en son 1938'in Ağustos ayının sonunda bitiyor. Yani iki ve hatta üç yıl boyunca bir katliam, bir soykırım yapılıyor ve bu soykırımdan M. Kemal sorumlu tutulmuyor. Halbuki bu katliam ve soykırım tam tersine M. Kemal'ın yaptığı planla uygulanır ve onun sorumluluğu altında gelişir. Hatta bu planın Trabzon'da bir müzede korunduğu da söylenir. Bu deyimi dillendirenler de gene emekli genarellerdir. Çünkü o dönemde M. Kemal, Türk devletinin Cumhurbaşkanı'dır. Yani Misak-ı Milli sınırlar içerisinde kımıldayan her yaprağın sorumlu kişisidir. Zelyut, aslında M. Kemal'ı ve devleti temize çıkarmaya çalışmaktadır ki bu da Aleviler'e büyük bir hakaret ve küfür anlamındadır. Ama onun bu çabası da boşunadır. Zelyut şöyle devam ediyor;

          "Dönemin gazetelerini (!) tarayarak yaptığım araştırmada, devlet tarafından, Dersim isyanına bir Alevi hareketi gözüyle bakılmadığını gördüm. Devletin bu başkaldırıyı bastırırken takındığı tavır, Aleviler'i ezmek tavrı değil, bir aşiret ayaklanmasını bastırmak tavrıdır."(Age.sf/292)

          Zelyut, açıkça isim koymamaktadır ama kullandığı dil sanki resmi devletin memuruymuş gibi bir dil kullanmaktadır. Neymiş devletin, Dersim isyanına bir Alevi hareketi gözüyle bakılmadığını görmüş. Ne büyük bir buluş! Bravo doğrusu Rıza beye! Kürt hareketi diyemiyor ama Aşiret ve Alevi hareketi olarak dil dönebiliyor! Dil altından da devletin bu soykırımının meşruluğunu vurgulamaya çalışıyor. Yani devletin haklılık payını göstermeye çalışıyor. Böylece Zelyut'un bir devlet memuru olduğunu anlamış olduk. Şöyle devam ediyor;

         "1938 Ağustos'unda bastırılan isyanın lideri Seyyit Rıza da Alevilik eylemcisi olarak ortaya çıkmamıştır. Dersim olayı ne denli acı olursa olsun; Alevilerin M. Kemal'e duydukları sevgiyi yok edememiştir." (Age.sf/292)

          Yani Rıza beye göre Seyyit Rıza Alevilik eylemcisi olarak ortaya çıkmış olacaktı ve bir Alevistan kurmalıydı. Rıza beyin derdi bundan ibarettir. Açıkça anlaşılan Seyyit Rıza'nın bir Kürt bireyi olarak ortaya çıktığı için bu soykırım meşru görülmektedir yazar tarafından. Açıkçası bu oportunistin başvurduğu yöntem devlet yalakacılığıdır. Resmi devletin telaffuzuna göre, Seyyit Rıza'nın önderi olduğu hareketin amacı bir Kürdistan devletinin kurulmasıydı. Oportunist Rıza'nın dilinin dönmediği asıl nokta burasıdır. Seyyit Rıza'nın önderi olduğu Dersim Kürt ayaklanması, Zelyut'un belirlediği gibi bir aşiret ayaklanması da değildir ve ayrıca bir isyan da söz konusu değildir. Zelyut beyin bilgisine sunulur;

          Bir toplum, kadın, çoluk çocuk ve karnında bebekleriyle öldürülüp soykırıma uğraması da bir aşiretle aynı tutulamaz. Söz konusu devletin haksızca imha ve saldırısına karşı, bir halk kendini meşru müdafaa temelinde korumuştur. Yer yer çoluk çocuk-kadın eli kolu bağlanıp imha edilmiştir. Mağaralara sığınanları bile gaz bombalarıyla imha edip bu mağaraların ağızları da betonla kapatılıp belirsiz duruma getirilmiştir. Devletin faşist saldırısı karşısında, eli kolu bağlı mı kalmaları gerekirdi? Zaten eli kolu bağlı insanlara, bebeklere ve hamile kadınlara tahammül etmeyip gene katliam yapılmış. Aslında Zelyut'un resmi gazeteleri karıştırması yerine Dersim alanına gidip orda bir inceleme ve araştırma yapsaydı daha gerçekçi olurdu. Ama ne yazık ki bu gerçeklik ona nasip olmamış çünkü devletin resmi memuru rolüne soyunmasını tercih etmiştir. Saha çalışmasından mahrum yazılan eserlerin hiçbir önemi yoktur. Artık herkesin tercihi kendisinedir. Ama onun, Alevilik adına ortaya çıkıp Aleviler hakkında yazı yazıp karalamalar getirmesine karşı herkesin de eleştiri yapma hakkı vardır. Bu unsurun, Aleviler adına bir şeyler gevelemesine de verilecek cevaplar henüz bitmedi ve bitmeyecek.

          Aleviler, gerek Türkiye genelinde, gerekse Dersim özelinde belli aralıklarla bir soykırım ve katliam olayına maruz kalmışlardır. Özellikle Dersim genelinde uygulanan bir Alevi katliamı ve jenosidi sadece bir aşirete indirgemek ve yüklemek, Dersim Alevi halkına bir hakarettir. Bu anlamda bile Zelyut, resmi devletin sözcülüğüne soyunduğu da açıktır. Aynı zamanda Zelyut yaptığı tahrifatla birlikte, devlet bütünlüğünü ve devlet aygıtını örtbas etmek amacındadır. Yani bütünün hatasını görmeyip parçanın hatasını görmek çabası içindedir. Bu da bir başka acizliktir! Bu konu hakkında aynı zamanda bazı sol örgütler dahi bu hataya düşmüşlerdir. Devlet bütünlüğünü gözardı edip sanki devlet içinde başka bir güç olduğu kanısını, halkın bilincine yerleştirerek egemen bir duruma getirmişlerdir. Yani bütünün hatasını parçaya yüklemek. Buna örnek "birileri düğmeye bastı, gizli eller gene devreye girdi" gibi demogojilerle devletin asıl bütünlüğünü ve fonksiyonunu ve onun temel aygıtı sürekli geri plana itilmektedir ki bu anlamda bile, devlet içindeki rantçı kesimi sürekli kazançlı çıkmış ve kendi asıl gerçek yüzünü ve bütünlüğünü koruya gelmiştir. Zelyut'un yaptığı da bunun bir şeklidir. Yani o, Dersim genelinde devlet tarafından uygulanan katliam ve soykırım olayını bir aşiret düzeyine indirgeyerek Alevi Kürt katliamını örtbas etmesiyle birlikte aynı zamanda devletin, bu yönünü de meşrulaştırmaktadır. Ayrıca bu konu hakkında M. Kemal'ı savunarak Celal Bayar ve Alpdoğan'ı suçlamaktadır. Halbuki bu üç öğe de devletin en üst katmanlarından olup sorumlu kişilerdir.

          Tekrar yazıyorum bu soykırım döneminde, Türk devletinin Cumhurbaşkanı M. Kemal'dır, Başbakanı Celal Bayar'dır ve Genel Kurmay Başkanı da Fevzi Çakmak'tır. Dersim katliamıyla M . Kemal tarafından seçilip görevlendirilen kişi de faşist general Abdullah Alpdoğan'dır. M. Kemal'ın hastalığı bile dahi onu haklı çıkarmaz. Onun, bu konu hakkında 1923 ve 1935 tarihinden beri Anayasa maddesine koyduğu "Tunceli kanunları"dır. Bu anlamda sorumluluk gidip M. Kemal'e dayanmaktadır. Dersim halkı için "baş çıban" kavramını kullanan gene M. Kemal'dir. Bir devletin bütünlüğünü ve onun esas aygıtı sadece Celal Bayar'la, bir Abdullah Alpdoğan'a indirgenemez. Elbette bu ikisi de bu olayda sorumludur. Yani kişileri ön plana çıkarıp asıl devlet mekanizmasını geri plana itmek, halka en büyük bir hakaret ve küfürdür. Benim değinmek istediğim asıl konu budur. Bu durumda yine Zelyut, M. Kemal'ın sorumluluk derecesini gizleme yolunu seçmiştir ne yazık ki! Halbuki devleti temsil edenler bir bütündür. Bunlar devletin en tepesinde olanlardır. Bu bütünü göz önünde tutmak gerekir. Eğer kalkıp devlet temsilcileri arasında bir ayrım yapılırsa, o zaman böyle bir devlet bütünlüğünden bahsedilir mi? Bu devlet mekanizması hiyerarşik bir şekilde zincirlemesine birbirine bağlıdır. Zaten bu devlet kuruldu kurulalı her kurum kendi başına bir devlet oldu. Kürdistan topraklarında kurulan Jandarma Karakollarındaki bir er bile kendi başına bir devlet düzeyindedir.

          Bir ülkede kımıldanan bir ağacın yaprağı bile, o ükenin veya devletin sorumluluğu altındadır. Bu konu hakkında Zelyut, kendi asıl şahsi görüşlerini beyan ederek Alevilik adına devleti aklama çabası içindedir. Bu konuda Zelyut'u da tanımış olduk. Zelyut'un M. Kemal'e olan sevgisine kimsenin diyeceği yoktur! Fakat bu sevgiyi tüm Aleviler'e veya Dersim halkına mal etmesi de haksızca bir davranıştır.

          Belirtmek istediğim diğer bir konu da, bir Alevi olarak, eğer bir konu üzerinde yazı yazılmak isteniyorsa gerçeklerin yazılması gerekir. Bir aydına düşen asıl konu gerçekleri kâğıda aktarmaktır, yoksa devlete ve egemen sınıfa yaranmak için gerçekleri çarpıtmak değildir. Bu konuda elbette araştırmalara dayanarak da bazı ipuçları elde edilmeye çalışılır. Fakat benim açımdan asıl tarih, yaşayan halkın kendi yaşam tarihidir. Bir şahıs, kalkıp bir toplum adına açıklama getiremez ve aynı zamanda kendi şahsi düşüncesini bir topluma mal edemez. Dersim tarihini Dersim halkı tarafından yazılmaktadır. Egemen faşizm tarafından yanlı ve yalan üzerinde kurulu tarihlere de yer olmaz.

          Tarihte Osmanlı devleti dahil ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin günümüze kadar Aleviler hakkındaki tutum ve davranışı nettir. Zelyut ve benzerlerine sormak gerekir Çaldıran, Maraş, Çorum, Gazi ve en son Sıvas katliamı hangi temelde ve ne amaçla yapılmıştır? Böyle bir eylem hangi ülkede gerçekleşmiş ve kimlerin sorumlulukları altında bu olaylar cereyan etmiştir? Yapılan her olayda Aleviler'in hedef alındığı bilinmektedir. Böylesi bir durumda sorumlu kim olacak? Elbette sorumlu gene devlet olacaktır. Herhalde Aleviler olmayacak. Bu sorumluluk devletin başı kimse, ona kadar gidip bir kement gibi boynunda asılı kalacaktır!

          M. Kemal'ın askeri militarist cumhuriyetinde de Aleviler'in rahat yüzünü görmediği günümüzde mevcuttur. Birinci Alevi Kürt soykırımını Yavuz, Çaldıran'da uygular. İkinci Alevi Kürt soykırımını da M. Kemal, Dersim'de ve Koçgiri'de uygular. M. Kemal'e bu konuda kalkan olanlar dahi M. Kemal'ı bir soykırımcı olmasını kurtaramaz. Bu olay onun cumurbaşkanlığı döneminde ve sağlığında olur ve yaşayan Dersim tarihi bile bunu doğrular. Dersim katliamı 1935'de başlar ve soykırımla bastırılır. Birinci katliam yetmediği gibi ikinci katliam da 1937 ve 1938'de başlar ve Ağustos ayında yine ikinci bir soykırımla tamamen askeri militarist devlet istediği sonuca ulaşır. Mağaralara korkudan hayvanıyla sığınan çoluk-çocuk ve kadınlar zehirli gaz bombalarıyla imha edilir. İlk olarak Anadolu topraklarında zehirli gaz bombaları Dersim halkı üzerinde kullanılır. M. Kemal'ın ölümü 09 Kasım 1938'dir. Onun ölümü, Dersim katliamının son bulmasından üç ay sonradır. İlk katliam iki yıl önce başlar ki bu da onun sağlığının iyi olduğu dönemine denk gelir. Ayrıca "1935 tarihinde Tunceli kanunlarını" kimler çıkardı ve kimin sorumluluğu altında imzalandı? Bu ünlü (!) Alevi kalemşörler, buna nasıl bir yanıt bulabilirler?

          Diğer ilginç bir olay da M. Kemal'ın manevi evladı olan Sabiha Gökçen'in Amerika'ya gidip Pilotluk okulunda yetişmesi ve ilk kadın pilot olarak  ilk uçuşunu da Dersim'e yapıp yoksul halkın üzerine bomba yağdırması olayıdır. M. Kemal'ın çocukları, savunucuları veya torunları, bu soruya nasıl bir cevap veya bahane uydurabilirler bakalım? M. Kemal'ı ve manevi kızının yaptıklarını savunmak aynı şekilde Dersim'de yapılan katliamlara suç ortağı olduklarını da unutmamalıdırlar. Dünya tarihinde ilk olarak insanlık suçu Dersim'de işlenir. Bu soykırım asla unutulmayacak ve örtbas edilmeyecektir. Bu soykırımı inkâr edenler M. Kemal'ın kendi manevi kızı S. Gökçen ile bombardıman uçağı önünde çektirdikleri fotograflar bile birer delildir. Kör gözlüler bunu görmek istemezlerse ne diyelim?         

          Prof. Doç. sıfatlı İzzettin Doğan'ın iddiasına göre M. Kemal'ın danışmanı, yaveri ve en yakınlarının Aleviler olduğunu sürekli vurgular. Gerçi kimi Alevi düşkünler, egemen sınıfa uşaklık etmekten büyük bir haz duyarlar. Aleviler'in bu uşaklığı Osmanlı'ya da yaptıkları dillendirilmektedir. Böylesi bir durumda Osmanlı devleti, Alevi mi olur? M. Kemal'ın danışmanına gelince; söz konusu bu şahıs, sünni bir aileden gelen Hasan Reşit Tankut'tur. Doğan'ın dediği gibi bu şahıs Alevi değildir. Böyle bir değerlendirme Doğan'ın kurduğu hayali bir kurgudur. Doğan'ın deyimi bir anlık doğru olduğunu farz etsek dahi şöyle bir soru akla gelir; nasıl olur bir Alevi kişilik kalkıp Dersim katliamına onay verebilir? Buna nasıl bir açıklama getirilecek? Madem M. Kemal'ın yaveri, danışmanı, hatta dokturu Alevi olarak lanse ediliyor. Peki neden M. Kemal, özel olarak "Tunceli Kanunlarını" getiriyor? Neden Dersim katliamını 1937'de kendi sağlığında önleyemiyor? M. Kemal'ın Aleviler'e verdiği önemin değeri (!) Dersim olayında kendisini ele vermektedir. Onun, Diyanet işleri başkanlığını kurup, sünni islamın kılıcını meşrulaştırarak, bu kılıç, Aleviler üzerinde hiçbir zaman eksik edilmez. O, kendisini bu konuda da ele vermektedir. M. Kemal'ın düşüncesi üzerinde temellenen devlet düzeninin, Aleviler'e uyguladığı Maraş, Çorum, Sıvas ve Gazi olayları da onu ele verir. Bırakalım orduyu, günlük normal yaşamdan bile Alevi, siyasi ve dini baskı altındadır. Günümüzde hâlâ Elâzığ gibi yerde Alevi halkı, ramazan orucundan dolayı açık açık sigarasını bile içemiyor.

          Devletin bel kemiği TSK kurumuna giren Alevi unsurların ne derece baskı altında oldukları da bir başka gerçekliktir. Osmanlı dahil Türk devletinin ordusunda, yabancı uyruklu beyaz Türkler'in (!) genelkurmay başkanlığına kadar yükselmeleri oldukça ilginçtir. Buna karşı günümüze kadar hiçbir Alevi, Türk ve Kürt unsurlar yani aslî öğeler, bu kurum içinde genel kurmaya kadar gelip, o koltuğa oturmaya layık olamamışlardır. Bu kurumun asıl gerçek yüzü burda da kendisini ele vermektedir. Sözde bu ordu kemalist geçinir. Çok ilginçtir ki Osmanlı padişahlarının hepsi devşirme olduğu gibi, askeri cunta devletinin genelkurmaylarının birçoğu da devşirmedir. Ordu içinde bir Alevi veya Kürt'ün genelkurmay başkanlığına gelmemesi oldukça düşündürücüdür.

         Bugün Alevilik en önlerde tartışma konusuysa ve artık açık olarak TV kanallarında konuşuluyorsa, bu egemenlere ve devlet düzenine karşı verilen Anadolu Alevisinin kararlı tavrı ve devrimci duruşu ve verilen birçok bedellerin sayesindedir. Aleviler, Osmanlı'dan beri yoğun baskı ve imha altında olmasına paralel olarak, Kürt halkı da aynı nasibi almıştır. Bu devlete göre Kürt yoktu ve diri diri yere gömülerek üstü de betonlaştırılmıştı. Ona göre sadece halka yutturduğu kadar "kart-kurt " ninnisi vardı. Ama Kürt halkı da birçok bedeller vererek günümüze kadar yaşamlarını devam ettirdi. Bugün Kürt'ün varlığını devlet kabul etmekte halen zorlanmaktadır. Ama er veya geç Kürt ve Alevi halkının varlığını görmek ve kabullenmek zorunda kalacaktır. O eskiden de, bugün de "Alevi yoktur sadece sünni var" deyip Aleviler'i de sünnileştirme çabası içindeydi. Bunun örnekleri de yaşandı. Bu devlet, prof. sıfatlı unsurlar vasıtasıyla, Aleviler'in bir kısmını diyanete bağladı. Böylece bu prof. sıfatlılar büyük bir yol düşkünlüğünü elde ettiler. Açıkça mevcut devlet düzeni, Aleviler'i de şeriat düzeni içine hapsetme çabaları devam etmektedir. Tam bu noktada Dersim halkına büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Dersim halkının her neferi, bütün satılmış yol düşkünlerini açığa çıkarıp teşhir etmeleri gerekir. Satılmış sahte Alevi dedelerinin maskelerini en kısa zamanda düşürmek her Dersimli aydının bir görevi olmalıdır.

          Dersim halkı, her türlü düzenbaza karşı çok uyanık olmak zorundadır. Her Dersimli, kendisini ilim ve bilimle donatmalıdır. Disiplini ve proğramlı bir yaşamı kendisine kılavuz edinmelidir. Kendi işini hiçbir zaman ne kadere, ne de şansa bırakmamalıdır. Dönelim asıl konumuza gene.

          M. Kemal, kendi sağlığı döneminde Aleviliği övdüğü veya Aleviliğe yakınlığının olup olmadığı hakkında hiçbir belge yoktur. M. Kemal'ın, Aleviler'e verdiği öneme dair hiçbir tarihi versiyon, kanıt ve kendi el yazısına dair hiçbir belge yoktur. M. Kemal ile Aleviler arasındaki ilişkilere gelince; gene aynı sorunla karşı karşıyayız. Bu ilişkileri kanıtlayacak hiçbir belge yoktur. Yok efendim M. Kemal falancayla görüşmüş, filancayla fotoğraf çekmiş gibi boş lafları götürüp ilişkiler temeline indirgemek yanlıştır. Bu gibi boş lafların hiçbir resmi yanı yoktur. Açıkça M. Kemal'ın, Alevilik ve Aleviler hakkında herhangi bir bildirgesi ve resmî bir yazısı, yorumu, görüşü de yoktur. O, ancak taktik ve politik yollara başvurarak Aleviler'den ve Kürtler'den sadece hep faydalanmıştır. Aynı zamanda M. Kemal'ı yaratan da Avrupa emperyalist devletleri olup onu görevlendiren de gene Avrupa'dır. Ancak her yeni kendisinden bir öncekinin tecrübelerine başvurmayı ihmal etmemiştir. Onun, Kürdistan alanında Erzurum ve Sıvas Kongrelerini yapması da hem taktik, hem de politik olup esas amacı stratejiye varmak yolu olduğudur. Onun, Samsun'a gidişi de Avrupa'nın direktifiyle olur.

          Ayrıca belirtilmesi gereken diğer bir olgu da, ilk TBMM kurulduğunda, o çatı altında koltuğa oturan Kürt milletvekillerinden hiçbirinin siyasi nitelikleri yoktur. Olanlar da bu çatı altında barındırılmamış, tam tersine egemen Türk ırkçıları tarafından saf dışı edilirler. Bu anlamda kendi kafalarına uygun uysal Kürt milletvekilerinin orda bulundurulmaları da sembolik olur. Yani adet yerini bulsun anlamındadır. Daha doğrusu siyasi ve politik kişiliklerin hepsi TBMM dışında kalır. Bu kurum içinde yer alan unsurlar da daha sonra en kısa zamanda etkisizleştirilirler. M. Kemal'ın askeri militarist cumhuriyet devletinin nasıl bir yapı üzerinde inşa edildiği, kurulduğundan günümüze kadar icraatlarıyla açık ve nettir. Artık bu cumhuriyetin bile bir makyaj olduğu bellidir. Böylesi bir yapı içinde Aleviler devlete sığınsa ne yazar! Sünnilerden ala sünni olsa ne yazar! Bir dine sığınmak onun kurtuluşunu getirmez tam tersine onun tamamen imhasını, bir kul ve köle olmasını getirir. Şeriata ve camiye yönelim biçimi Aleviler'in acısını dindirmez tam tersine arttırır. Bu, ne Aleviliğin ne de insanlığın kurtuluşu olur.

          Ayrıca Aleviliğe bugünden sonra bir ırkın gömleğini giydirmenin hiçbir anlamı da yoktur. Alevilik esasta, ırkın veyahut da ırkçılığın bir yadsımasıdır. Yani Alevilikle ırkçılık birbirine zıt bir olaydır. M. Kemal'de, Türk ırkçılığı ağır basar, hatta resmi olarak ilk Türk ırkçılığını yapan tek kişidir. Bu anlamda Aleviliğin özüyle, M. Kemal'ın ırkçılığı hiçbir zaman uyuşmaz. Bu iki olgu da birbirine zıttır. Alevilik özde bu yönüyle, M. Kemal'e düşmandır. M. Kemal de ırkçılığıyla Aleviliğe düşmandır. Bu farkı görmek gerekir. Aksi durumda Aleviliğe çok yazık olur!

          Ali Kılıç, Osmanlı ile Cumhuriyeti, Alevi kimliği konusunda iki noktayı ayırt ederek "Alevi öğretisi" adlı eserinde şöyle yazar;   

          "Birincisi Osmanlı Alevileri katledilmeleri gerekli ve zorunlu bir topluluk olarak görürken, Cumhuriyetin böyle bir yaklaşımı (Koçgiri ve Dersim trajedileri ayrıca değineceğiz) söz konusu değildir. Alevilerin üzerinden demoklesin kılıcı çekilmiştir.

          İkincisi ise Osmanlı Aleviyi tanırken (katletmek için de olsa) yeni rejim Aleviyi tanımaz, yok sayar." (Age.Sf/157)

          Her şeyden önce yazarın "yeni rejim" terimiyle neyi kast ettiği ve hangi anlamda kullandığı muğlaktır. Söz konusu yazarın bir önce söylediğiyle sonradan söylediği cümleler arasında bir çelişki var. Yazar, ilk etapta cumhuriyet döneminde "Alevilerin üzerinde demoklesin kılıcı çekilmiştir" der ve akabinde "cumhuriyet Aleviyi tanımaz, yok sayar" diyor. Bu iki deyim arasında büyük bir fark vardır. Cumhuriyet bir yandan Aleviler üzerinde demoklesin kılıcını kaldırıyor, diğer yandan da Alevileri tanımaz ve yok sayar. Asıl fark şudur:

          Birinde açıkça ve kanun yoluyla Osmanlı "şeyhulislamı" Ebusuud'un fetvalarıyla Aleviler'in imha edilmesidir, diğerinde de Türk devletinin ilk militarist Cumhurbaşkanı M. Kemal onayıyla kurulan ve resmileşen "diyanet işleri başkanlığı'dır." Birinde şeyhulislam, diğerinde diyanet'tir. Sadece isim farklılığı var ama özde ikisinin de görevi aynıdır. Bir konu ele alındığında onun biçimsel farkı olabilir ama özde ikisinin de görevi aynıdır. Bu devletin ve diyanetin, Aleviler hakkında küçük kızıl kitapçıkta yedek bir gizli fetvanın olduğu, onun icraatında mevcuttur. Biri katliamı din kisvesi altında ve zorbacı kanun koyuculuğunu dayatarak Aleviyi kırıma uğratıyor, diğeri de kapalı, sinsi ve gizli olarak el altından yedek kanun ve devletin meşrulaştırdığı yedek gizli güçlerle, gizli ellerle kırıma uğratıyor. Yani ikisi arasında özde hiçbir fark yoktur.

          Söz konusu yazarın, cumhuriyet dönemini övmesi herhalde onun, Kemalizme hayranlığından olsa gerek! Onun, Kemalizme hayranlığına kimsenin bir diyeceği yoktur ama Aleviler adına eser yazan bir kişinin de, Dersim Alevileri hakkında biraz objektif olması ve biraz da merhametli olması gerekir. Fakat ne yazık ki bu unsur da, bu konuda yan çizer! Bir gerçek var ki Dersim halkı Alevidir ve dili de Kurmanci'dir. Bu halk Aleviliği de, Kürtlüğü de artık kanıksamıştır. Bu halka bir soykırım uygulanmıştır. Onun soykırıma uğraması ister Aleviliğinden, ister Kürtlüğünden olsun sonuç değişmez. Bu alanda insanlık dışı bir vahşet yaşanmışsa, bunu lanetleyip gerekli tavrı koymak, her aydının bir görevi olması gerekir. Yoksa yapılan soykırım altında Alevilik veya Kürtlüğü aramak, dana altında buzağı arama misaline benzer! Halbuki biçimsel olarak bir şeyler değişse de özde Aleviler için değişen hiçbir şeyin olmadığıdır. Osmanlı dönemiyle cumhuriyet döneminin, Aleviler için değişen hiçbir şey olmadığı gerçeğidir. Eğer Aleviler'in bir kısmı bugüne kadar ayakta dimdik durabiliyorsa, bu, onun Pir Sultan Abdal'dan devraldığı duruştur. Türk devlet yönetimi boyunca Aleviler, bu çatı altında devlet tarafından korunmamıştır aksine Aleviler hep kendi çaba ve insanî duruşlarının gayretiyle kendilerini korumuşlardır. Ama Aleviler bunun bilincinde değildir. O ayrı bir meseledir. Gerek Osmanlı, gerekse Türk devleti, Aleviler'e ne dost oldu, ne ilaç oldu, ne de bir devlet oldu? Onun kimlerle dost, kimlere ilaç ve kimlere devlet olduğu sürekli kendi uygulama ve pratiğinde mevcuttur.

          Sonuç olarak yazarın dediğiyle cumhuriyet döneminde, Aleviler üzerinde demoklesin kılıcı çekilmemiştir tam tersine bu demoklesin kılıcı henüz Aleviler üzerinde günümüze kadar sallanmaktadır. Şu bilince çıkarılmalıdır ki bu devlet, Aleviyi sürekli laiklik copu olarak elinde aynı bir koz gibi kullana gelmiştir. Bu politikasını da dolaylı yollardan gene Alevi şahsiyetlerini devreye sokarak yürütmüştür.

          Dersim ve Koçgiri soykırımını bir "trajedi" olarak lanse etmek ne derece yerinde bir tavır olabilir? Bu deyimi kullanmak belki kişinin başvurduğu vicdani bir duruş olabilir ama bu deyim, devlet için anlamı ne olabilir? Böyle bir deyim, Dersim halkı için birilerine göre bir trajedi olabilir ama devlet için bir soykırım girişimidir. Dersim halkı, militarist Türk devletinin soykırım trajedisine uğraması ve yalnız kalması, Kürdistan tarihinde utanılacak en büyük bir tarihi olaydır. Bu katliam ve soykırım hem Aleviliğe, hem de Kürtlüğe yapılır. Bu soykırım, yöre halkına açık olarak devlet tarafından bilinçli yapılır. Hiç kimsenin bu olayı çarpıtmaya ve aynı zamanda devletin avukatlığına soyunmasına da gerek yoktur. Dersim ve Koçgiri halkı Alevi ve Kürt oldukları için ırkçı ve militarist M. Kemal'in sorumlu olduğu, Türk ordusunun kırımına uğramıştır. Bu imaj ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın, bu kara leke gerekli kişilerin alınlarında kalmaya devam edecektir. Yöre halkına yapılan muameleyle, halkın devlete bakış açısını ancak yöre halkı ve olayları yaşayanlar bilir ve onlar hüküm ve isim verebilirler. Gerekli karar Dersim ve Koçgiri halkına aittir. Hiç kimse soykırıma uğramış bir halkın adına, bu halkı karalamaya hakkı olamaz. Aynı zamanda hiç kimsenin özne ile nesnenin yerini değiştirmeye de hakkı yoktur. Dışarda gazel okuyanlara, bu konuyu çarpıtanlara ancak susmak ve bu insanlık dışı hunharca soykırımı yapanlara lanet okumak düşer. M. Kemal'in militarist cumhuriyet dönemi, bu anlamda zan altındadır. Yok M. Kemal hastaymış da Celal Bayar ve Alpdoğan sorumludur da, Asker içindeki Alevi düşmanı gerici unsurların işiymiş de vs vs … gibi devletin resmi çirkef yüzünü ve bütünlüğünü korumak ve gizlemek için başvurulan bu gibi yöntemler, bazı kesimlerin ağızlarından günümüze kadar hiç eksik olmadı. Bu gibi bahane ve safsatalar M. Kemal'in dönemini temiz göstermek ancak ve ancak kemalizm kuyrukçuluğu, Türk ırkçılığı ve faşizmidir. Bunun dışında başka bir şey değildir.

          Aslında gerek Aleviler'e, gerekse Kürtler'e yapılan soykırım ve mezalimlerden bugüne kadar hiçbir yazar, bu gerçeği dile getirmeye cesaret edemiyor. Bu cesaretsizliğin asıl kaynağı da herkes, devletin derinliğinden ve yan güçlerinden korktuğundandır. Yani can korkusundan dolayı kimse elini, bu taşın altına sokmak istemediğindendir. Alevi yazarlar dahi bu korkuyla, M. Kemal'i kendilerine kalkan yapmaları, kendi ömürlerini bir gün daha uzatma amacıdır. Bugüne kadar hiçbir yazar, M. Kemal'i eleştirmeye cesaret edememiştir. Bilhassa M. Kemal'in, bu ülkede putlaştırılıp betonlaştırılmasından dolayı artık herkes gibi Aleviler de adet yerini bulsun misali hareket etmek zorunda kalmışlardır. Ama bir gerçek var ki Alevi yazarlar dahi, Aleviler hakkında gerçek bir araştırma yapıp tarihi gerçekleri de açığa çıkarmaya ve dillendirmeye cesaret edememişlerdir. Bu sorun, Kürt ve Türk kesiminde de yine aynıdır. Bugüne kadar tarihi gerçekleri hiçbir yazar kâğıda dökmeye cesaret etmemiştir. Birkaç kişi bunu yazmışsa da yayın evleri kapatılmış veya devlet tarafından sansüre uğratılmıştır. Zaten bunun etkileri günümüzde de halen mevcuttur.

          M. Kemal'e ait "Tunceli kanunları"nın devamını gerçekleştirmeyi üstlenen bugünkü devlet, Dersim bölgesini insansızlaştırmak için büyük bir çaba içerisindedir. Söz konusu bu insansızlaştırma çabası Dersim halkına dayatılan barajlardır. Bu çaba konusunda, devletin iktidarına beklentide bulunan ve Hüseyin AKAR'a ait, 27 Ağustos 2005 tarihli Özgür Politika gazetesinde çıkan "Devletimizin "ezberi" adlı makalesini yorumsuz bir şekilde aktarmaya çalışacağım, şöyle yazar;

          "Sayın Başbakandan beklentimiz; ikinci bir hamle ile "Dersim halkına dayatılan "Baraj" ve devletin "Dersim mantığı" ezberi gibi kırmızı hat engelini aşması.

          Devletin "Dersim mantığı" nedir?

          Eski bir başbakan, devletin "Dersim mantığı" varlığından söz ederek aynen şöyle tanımlıyor:

          "Kürt kimliğini yok sayan ve yalnız şiddet kullanarak karşısındakini her türlü yolla ezmeyi öngören yaklaşıma" Dersim Mantığı" deniliyor" diyor ve bu tatbikatın yürürlükte olduğunu savunuyor.

          Nitekim 1935'te Tunceli'ye özel çıkarılan (M. Kemal'e ait-HD-) yasanın 1937-38 uygulaması; binlerce genç-yaşlı masumun katli, yöre kültür yıkımı, cumhuriyet hükümetinin resmi ideolojisi olarak pekiştirildi.

          O günden bu güne Tunceli'de, orman yakma, ev yıkma, ocak söndürme, yerleşim yerini kapatma, yer, insan adını değiştirme, istenilen kişiyi tutuklama, yok etme, anadil yasağı, gıda ambargosu vs, Dersim'in değişmez kaderi oldu. Her türlü hürriyet kısıtlayıcı, şiddet içeren ezici yaptırımların tümü yargıdan uzak, devletin bu "Dersim Mantığı" koruması altında, yaptırımcıların sorgulanması gerekirken ödüllendiriliyor. Bu nedenle olacak ki, yöre dışından bir çok sadist hayalperest veya provakatör eylem için hep bu yöreye gelir, suç işler ve kayıplara karışır. Bu da "terörünün" canlı tutulmasını sağlıyor.

          Devlet orman yakıyor; "içinde terörist barınmasın", yoksulun çulunu yakıyor; "üstünde terörist oturmasın", katırını kurşunluyor "terörist binmesin", gıdasını karneye bağlıyor,"terörist yemesin", kadının cinsel organlarını kontrol ediyor,"eşinin eve gelip gelmediği anlamak içindir.

          Bu "ezber mantıkla" bu halkın yönetilmesinin devam edilmesi düşünülemez, günahtır, ayıptır! Uzman bir mühendis olarak biliyorum ki Munzur'a Baraj yapılması ülke enerjisine getirisi yanında götürüsü kat kat. Bu bir önceki hükümetin ezberi, zulüm kararı. Munzur 6. Festivali'nin ertelenmesi, ileri sürülen neden ve "serüveni" ile tipik ve yöreyi suçlama klasiği.

          "Munzur Kültür ve Dayanışma Festivali"; Dersim'in parçalanmış halkının birliği, devleti ile entegrasyonu, günümüzde ancak bu Festivallerde elde edilen ortak olgularla gerçekleşir… Açık alanda, devletin denetim ve kontrolünde halkın kendi ezgileri havasında, şenlik içinde bir araya gelmesi, hasret gidermesi, kültür birliğine sahiplenme masumiyeti tartışılamaz. Peki nedir bu "ezber tabular? Nedir bu engel, zulüm? Nedir bu devletin "Dersim Mantığı"?

Hasan DAL (Edebiyatça) -27 Şubat 2003

Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité