Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
1 février 2014

BASIN-YAYIN ÜZERİNE

 

kû

          Sermaye sınıfının temsilcileri asla devrimci olamaz. İstisna olarak toplumun hizmetinde olup, kâr amacı gütmeyen ve kollektif işyeri açıp halka hizmet sunanlar devrimcidir ki günümüzde pek nadirdir veyahut da hiç bulunmaz. Devrimci veya proleter, sadece emeğini kol ve bilek gücüyle kazanandır. Fikir emekçileri de aynıdır. Tarlada çalışan ırgat veya yarıcı da aynıdır.

          Türkiye’de egemen düşünce tarzı, hep bedevadan geçinmek olmuştur. Bu tür yaşam tarzı, hayatın her alanında kendini belirgin bir şekilde göstermektedir. Hazıra konma, çalma, rüşvet, alavere dalavere vs. gibi havadan kazanma hırsı, tohum gibi ekilmektedir. Hep biri çalışsın, birkaç kişi beraberinde sırtına binip yesin, fikri egemendir ki bu yapı, Anadolu toplumuna özgü bir yapıdır. Bir de buna yeni bir kapitalist kapı aralanınca, işler daha da karmaşıklaşır. Kapitalizmin yarattığı boşluktan faydalanıp geçinen, nice kendini uyanık belleyip ”devletin malı deniz yemiyen keriz” gibi bir anlayışla, devleti soyduklarına inanıp, yoksul halkın vergisinden faydalananlar var. Açıkçası halkı soyan, bir yandan devlet olur diğer yandan da ayrık otu gibi türeyen tefeci-tüccarlar, mafya ve çeteler olur. Ayrıca hayali ihracatlar, vurgunculuk vs. gibi olaylar da fazlası. 

Türkiye’de kültür çalışması ve basın- yayın alanında, müthiş bir sömürünün olduğunu, en az tahmin ediyorum. Genel anlamda, kitap basın-yayın evlerinin asıl amacı, kültür veya edebiyat, sanatçılık amacını taşımıyor. Eskiden belki parmakla sayılacak kadar birkaç kitapevleri vardı. Birkaçının hakkını vermek gerekir. Fakat günümüzde ayrık otu gibi piyasaya çıkan bazı yayınevlerinin, rant peşinden oldukları da bir gerçektir. Eskiden korsan yayıncılık hayli ağırlıktaydı ve kontrol da pek yoktu. Sanırım bu kontrolsuzluk, günümüzde de devam etmektedir.

          Kimi basımevleri, eser sahibiyle gerekli kontratı (sözleşmeyi) imzalarlar. Fakat sözleşmeyi imzalayan bazı basın evleri, sözleşmenin içeriğine sadık kalmayıp, yine emeğe saygısızlık temelinde hak ihlalinde bulunurlar. Yani telif hakkı denilen şey, bazı yayınevleri için, sözde bir sözleşme akti olarak kâğıt üzerinden kalır. 

          Kitap basım ve yayımcılık konusu, dünya genelinde artık özelleşmeye doğru yol alıp, hatta bağımsız çalışan yazarlar da var. Yani günümüzde kendi eserini kendisi bastırıp dağıtan yazarlar da artmaktadır. Ayrıca kitap okuma sıkıntısının yanında, dağıtım sorunlarının olması ve hayli bir masrafa yol açtığı için, eser sahibine belli bir miktar, kitap karşılığında telif hakkı olarak geri ödenmektedir ki bu da, yayınevi sahibinin kolayına gelir.

          Bazı yayınevleri de kitap sayısı karşılığında fiyat belirler ve ona göre hareket eder. Tecrübesi olmayan bir yazarın, bu gibi tuzağa düşmesi durumunda, kitaplar olduğu gibi elinde kalır. Bir de yazarın çevresi yoksa, çıkarılan ve ödenen masrafların boşa gideceği sözkonusudur ki bu da, yazara en büyük bir darbe olur. Nihayet bu gibi bir yığın olumsuzluklar yaşandı basın dünyasında. Zaten sermaye sınıfı tarafından medyalaşan birkaç burjuva yazar ve entellektüel takımının, kitap satma derdi yoktur. Bu gibilerin kitap dağıtımını, yayınevleri üstlenmektedir. Fakat asıl sorun, tanınmamış yeni yazarların sorunudur. Topluma bir şeyler verme derdinden olanların tüm çabaları, biriktirdikleri birkaç kuruşla bir şeyler topluma verme ve toplumu aydınlatma derdinde olanların, bu alanda çektikleri cefaların haddi hesabı yoktur. Aslında sadece kitap olayı da değil, edebiyat, sanat, her çeşit artistik, resim, foto ve ses sanatçıların çıkardıkları kasetler, Cd’ler vs. gibi tüm kültürel faaliyetler aynı sorunlarla karşı karşıyadır.

          Eser dağıtımı konusunda ha keza binbir rezillikler sözkonusudur. Dağıtım veya teslimlerde, kitapların veya eserlerin tamamen sağlam ve dayanıklı kolilerce kolilenmez. İncecik koliler yırtılıp dağılır ve eserler halden hale girerek renk değiştirir! Dağıtımalarda eserler paramparça olur, kitaplar harebeye dönüşür. Bazen de eserler eksik gönderilir.  Kolilerde adresler yanlış yazılır ve koliler yanlış adrese gider. Yanlış telefon numaraları verilir, yazar uğraştırılır, bıktırılır vs. Bazen de eserler ortadan kaybolup sahibini bulmaz, götürülüp başkasının kapısına bırakılır.

          Bazı yayın evleri, hele hele yurtdışından birkaç kişiyle anlaşıp, bu alandaki fikir ve düşünce emekçilerine kurulan tuzakların haddi ve hesabı yoktur. Yeni yeni sol ve aydın genç yazarların, bazı basın-yayın kuruluşları tarafından tuzaklara düşürülmesi gibi olayların yaşanması da var.

          Türkiye zemininde bir iş yapıldığı zaman, illahi ki her işin sonunda bir olumsuzluğun yaşanması kaçınılmazdır. Basın-yayına iş götüren yazar, hem eser sunar hem de parasıyla rezil duruma düşer.  Ondan sonra çıkan olumsuzluklar karşısında sözde adalet kapıları çalınmaya başlar. Açılır mahkeme yolları. Artık güçlü olan, bir diğerini vurur da vurur! Türkiye gibi bir ülkede, zaten herkes kendi kaba gücüne dayanarak iş yapar. Onun zihniyetinde, asla iyilik ve merhamet duyguları yer almaz.

Günümüzun politikası çerçevesinden bakıldığında, ticaretle uğraşanların sınıflandırılması veya falanca bizden, filanca bizden değil gibi sakat anlayışların da çok sakıncalar doğurduğu bir gerçektir. Sermayenin ABC’si yoktur. Sermayenin tek amacı var; kâr amacına dayalı sömürüdür. Ticaretin genel anlamı da, manası da budur. Ticaretin, ne sağı olur ne de solu. Ticaret ticarettir.

          Basın- yayın alanından, Alevilik, devrimcilik ve sol adına yapılan çirkefliklerin de haddi sınırsızdır. Özellikle yurt dışındaki tecrübesiz insanların bu tuzağa düşürülüp gerekli para alındıktıktan sonra kişiye sadece telif hakkı diye birkaç kitap çıkarılıp verilir. Akabinde yayınevi, cebine koyduğu paranın karşılığındaki kitapları da çıkarmamaya çalışır. Yurt dışındaki insanın kontrolü olmadığı durumu hesaba katılarak, bu gibi hileli yollara baş vuran yayınevleri yok değildir.

          Kapitalist sistemin yarattığı boşluktan faydalanan bu gibi basın yayınevlerinin de para birlikçi veya günü birlikçi yaşayıp, ne koparırsam kârdır felsefesiyle bu işi yürütmektedirler.
          Şimdi bu yollara başvuran basın-yayınevleri, kültür yayma mantığıyla yola çıkanların asıl amacı rantçılık olduğu artık kaçınılmaz olmuştur. Kültürel alanda hizmet veren diğer çoğunluk kesimini de belirtmek gerekir. Sanat, edebiyat ve kültür alanına da el atan bazı asalak kesimlerin, bu alanı da rant kapısı haline getirmeleri, ne yazık ki emek işçilerini de sömürmektedirler. Bu haksızca sömürü karşısında, sistemin yarattığı boşluktan faydalanma fikridir. Ama işin garibi yine popüler olan ve piyasada sol görünüp, asıl her türlü spekülatörlüğe soyunan da yine sol adına piyasaya çıkan bazı tefeci kesimlerdir. Bunlar, piyasa gereği ortam neye müsaitse, öyle görünmek veya diğer bir deyimle “nabza göre şerbet verme” her türlü ortama ayak uyduran, bu aracı ve tefeci tüccarların ne derece sol, devrimci veya alevi oldukları da bir başka tartışma konusudur.

          Sanat ve kültür alanını bu gibi aracı ve tefecilere bırakmak ne derece doğrudur, bu da tartışmalı bir konudur.  

          Telif hakkı zaten başlı başına ayrı bir sorundur. Ki eserin korunması, kopyalanmaması, çalınmaması vs. gibi işlemlerin Türkiye gibi bir ülkede apayrı bir olaydır. İnsanların gözleri içine bakıp adeta tehditvarî bakışlarla rüşvet istenilen ve gelenek haline getirilen bir toplumda, bu gibi işlerin olması da kaçınılmaz olarak doğal mı karşılamak gerekir, bilemiyorum. Özellikle bu telif hakkı, bütün dünya genelinde başlı başına bir sorun haline gelmiştir. Ne yazık ki, basın ve fikir emekçileri de kültür alanında sömürülmektedirler. Egemen sistem, her alanda bir sömürü ve talan aygıtını geliştirmiş olup, bütün emekçi kesimini tamamen etkisiz kılmıştır. Kültür alanını eline geçiren birkaç tefeci-tüccar  baronlarına karşı, fikir emekçilerinin artık bir araya gelip örgütlü bir çatı kurmaları da ihtiyaç haline gelmiştir. Özellikle fikir emekçilerinin “telif haklarını” koruma altına alınmasına dair bir Avukatlık bürosunun da açılması gerekir, sanırım. Aslında emek hakkında ayrım koymamak gerekir. Veyahut da birini el üstünde tutup, diğerini önemsizleştirmek gibi bir düşünce tarzı da emeğe haksızlık olup saygısızlıktır. Emeğin büyüğü küçüğü yoktur.

          Söz konusu edebiyat, sanat ve kültüre hizmetse, emeğe saygılı olmak temelinde dürüst ve sebatçe çalışmak en doğru yöntem olmalıdır. Eğer sadece tek yanlı ve politik eserler çıkarmaksa amaç, bu yolun da bir yöntemi olmalı. Yok eğer sözkonusu para kazanmaksa, yine özverili, dürüst, emeğe saygılı ve güvenle hizmet verilmelidir. Edebiyatın hakkını verip kendini kabullendirmek olmalı. Yoksa sadece rantla iş hal olmaz. 

         Genel anlamda basın-yayın evlerinin geniş ve homojen olmaları, tüm seküler dallara ve branşlara yer verip açılmalıdırlar. Ama genel kaideye bağlı kalmak şartıyla... işi temiz ve emeğe saygılı olmak şartıyla... Herkesin hakkına saygı duyup, hakkını dürüstçe vermek şartıyla... Sözkonusu halka geniş bir hizmet vermekse, daha bilinçli, proğramlı, disiplinli ve sebatlı çalışmak ilke edinmeli. Aksi durumda yoksulu çarpayım, düzenin boşluğundan yararlanayım, köşeyi döneyim gibi anlayışlarla kimse bir yere varamaz. Kul ve yetimin hakkı, hiç kimsenin boğazından bal olarak girmez. Onun da mutlaka hakkı gelip boğazda bir düğüm olarak kalacağı kaçınılmazdır. 

 

Hasan DAL

(Edebiyatca - 25 Ekim 2013)

Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité