ALEVİLİK
Bakalım Alevilik, bir düşünce ve felsefik görüş olarak kendini yaşatabilecek mi? Bunu nereye ve ne zamana kadar devam ettirebilir? Bu da tartışmalıdır. Eğer bu halk planlı, proğramlı, disiplinli ve örgütlü bir yapıya kavuşmazsa, tarihten silinecekleri kaçınılmaz olacaktır. Yaşam, bunu Aleviler'e dayatıcı kılmıştır. Ama beraberinde bir yığın sorunları da taşımaktadır. Bu da ancak bilinçli, planlı ve proğramlı bir biçimde örgütlülükten geçer. Bir toplum kendi kültürüyle ne kadar hamurlaşır ve yoğrulursa, o toplum o kadar çabuk toparlanarak büyür ve gelişir. Bu yol da gene örgütlü birlik ve beraberlikten geçer.
Aleviler bir dünya ailesi olarak, bulundukları konumları itibariyle yokolma ve tarihten silinmeyle de karşı karşıyadır. Bu dayatma ve tehlike de Türk egemen sınıfın asimile ve imha politikasından mevcuttur. Zaten şu durumda Aleviler ne yazık ki ikiye bölünmüş durumdadırlar! Bu bölünme ilerde belki artabilir. Hatta Aleviler'in yok olma ihtimali de büyük bir olasalıktır. Bu yokolma, kendi kültüründen uzaklaşma ve kopması yeterli bir mazarettir. Bu bölünmeye de doğal olarak bir süs verilmektedir. Bu da "diyalektiksel doğallıktır. Her şey bölünebilir ve parçalanabilir ilkesidir. Artık bomba çoktan patlamış, içindeki nötron-proton ve elektronlarına ayrışmıştır. Bu da doğanın temel kuralıdır. Bu kuralın önüne geçilmez." gibi ezbere bilinen deyimlerdir. Her şey bu mantıkla uygulanıp kulak ardı edilerek göz yumuldu. Hem Alevilik, hem de devrimcilik, bu "bölünmüşlük ve parçalanmışlık" bahanesiyle darmadağan edildi. İnsanoğlu böyle demiş ya... Ama her sunî ayrılık ve bölünmeler de doğal değildir. Egemen sınıf tarafından baskı altına alınan, bir halkı zorla dağıtarak götürüp camiye ve din kisvesi altında zehirletmek aslında doğal değildir. Egemen sınıf tarafından yaratılan sunî bölünme ve parçalanmalara alet olan bir toplumun olması, ne yazık ki acı bir olaydır! Buna karşı Alevi toplumunun örgütsüzlüğü ve ciddiyetsizliği de söz konusudur.
Eskiden aşırı sol geçinenler, devrimci örgütler içine sızarak ekonomik rant elde etme peşindeydiler. Bunlar devrimciliği laçkalaştırıp halkın gözünden düşürerek batırdılar. Şimdi de bu sömürücü ve talancılar Alevi kurumlarına sızarak bu felsefeyi batırmaya çalışmaktadırlar. Alevilik ve Kürtlüğü politik malzeme yapıp, kendi siyasi emelleri uğruna harcama ve dağıtma peşindedirler. Bu alanları kendilerine geçim kapısı durumuna getirme çabasındadırlar. Alevi kurumlarına çöreklenen bazı unsurlar, perde arkasında egemen sınıfla işbirliği yapıp, bu alanları da dağıtmak politikasını gütmektedirler. Günümüzde artık her şey siyasi rant kapısı haline getirildi. Alevilik bile oy deposu haline getirilerek politika malzemesi yapılmaktadır. Hem Alevilik, hem Kürtlük siyasi rant kapısı haline getirildi.
Günümüzde vahşi kapitalizm, ezilen dünya halklarının üzerinde büyük bir baskı uygulamaktadır. Bu vahşi kapitalist sistem, toplumların ahlâkî yapısını da etkileyerek dejenerasyona uğratıyor. Kişileri bireyselliğe itiyor, toplumların ahlâk yapısında ruhsal denge bozuklukları ve tahribatlar yaratıyor. Bu durumda ileri unsurlara düşen en büyük görev, kapitalizmin bu yönüne alet olmamak için toplumu sürekli aydınlatmak en büyük görevi olmalıdır. Aleviler'in de bu vahşi kapitalizmden etkilenmeleri kaçınılmazdır.
Bir Alevi'nin köydeki feodal yaşamı farklıdır. Şehirdeki bir Alevi'nin yaşamı daha bir farklı olur. Çünkü Alevi zümresi de bu çağda, bu yaşam çelişkisinden bağımsız değildir. Toplumların şehirlere yığılmasıyla birlikte kendine özgü karmaşık ve farklı bir toplumsal ve sosyal yapılaşmayı beraberinde getirir. İster istemez Alevi kodamanı da, patronu da, ağası ve beyi de olur. Bu tür unsurların ortaya çıkması da kapitalizmin çarpık düzeninden kaynaklanmaktadır. Bunlar doğal sosyal ve toplumsal farklılıkların oluşumudur. Aynı zamanda Alevi işçisi de olur, memuru da olur, köylüsü de olur, fakiri de olur, zengini de olur. Bu anlamda artık sınıfsal olarak Aleviler'in kurtuluşu da ezilen dünya insanlığının kurtuluşuna bağlıdır. Yani ezilen fakir Aleviler de bu sınıfsal mücadelenin bir parçasıdırlar.
Aleviler, dünya ailesinin bir üyesi olarak kendi yerini, konumunu ve felsefik görüşlerini geliştirip yaymalıdır. Bu da onların en temel hakkıdır. Bu güzergâhta diğer milletlerle diyalog kurup onlarla hem fikir, hem de kültür alışverişinde bulunmalıdırlar.
Anadolu Aleviliği, kendine özgü bu yaşam felsefesini yaşatmak ve yaymakta tereddütsüz ilerlemesi şarttır. O, hiçbir gücün etkisi altında kalmadan doğru bildiği yolda ayrılmadan bütün insanlık âleminin birliğini ve dirliğini kendi felsefesine kılavuz etmesi şarttır. O, bu konuyu uluslararası arenaya çekip, hatta insanlık alemine kendi bu felsefik görüşünü sunmalıdır. İnsanlık âlemine Alevilik öğretisi yolunu gösterip bıkmadan anlatmalıdır. Davranışlarıyla örnek insan olmalıdır.
Gerek teoride, gerekse pratikte, Aleviler tüm örf-adet, gelenek ve göreneklerine sahip çıkmalıdırlar. Yoksa her esen rüzgâra kapılıp doğanın boşluğuna savrulup giderler.
Günümüzde dünya insanlığının gerçekten Alevilik öğretisi ve felsefesine müthişbir ihtiyacı vardır. Alevilik sadece Anadolu insanı için değil, tüm dünya insanlığına ayrımsız bakışıyla, dinine, diline, cinsine, rengine ve ırkına bakmaksızın bir ve eşit görmesi gerekir. Kanımca Alevilik dünya insanlık ailesinin barış ve kardeşliği için vazgeçilmez bir harç olması, en yerinde olan bir örnektir. Söz konusu "insan" olunca bunun evrensel boyutu da farklı olacağı kesindir. Anadolu Aleviliğinin felsefik öğretisi kendine özgü farklı bir içeriğe sahip olsabile, onun diğerlerine kucak açması ve diğerlerine de eşit bir nazarla bakmasını da ihmal etmemelidir.
Alevilik sadece bir Anadolu düzeyinde ele alınırsa, bu bakış açısıyla bir sakatlığın doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu anlamda, Aleviliğin"tüm dünya insanlık âlemine bakışının aynılık ve eşitlik" ilkesine ters düşer. Bunun için Aleviliği işlerken, onu bir dünya ailesi düzeyine taşırmayı ilke haline getirmek gerekir. Çünkü o, insanı kendisine merkez alır. Onu sadece Anadolu'ya hapsetmekle, hem kendi sonunu yakınlaştırır, hem de dünyadan soyutlanarak sıradan basit bir duruma düşer. Kendi anlamını ve içeriğini de yitirmiş olur.
Hasan DAL
(Edebiyatca)