Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
27 novembre 2011

1937 - 1938 DERSİM ALEVİ SOYKIRIMI

Dersim-7           Dersim 1937 ve 1938 soykırımı üzerine sadece bir-iki eser yazılmıştır. Fakat yazılan bu eserlerin içeriklerine bambaşka bir hava verilmiştir. Bambaşka bir konu yüklenmiştir. Bazıları da bu konunun içerik ve anlamını, hatta nedenini çarpıtmışlardır. Kimi isyan, kimi de Ağa ve kul ilişkilerine son verme anlamını yüklemektedir. Kimi de Kürtler'in bağımsız bir devlet kurmak istemesi anlamını yüklemektedir. Sonuç olarak tarih mutlaka doğrunun ve gerçeklerin yanında olacaktır. Tarihin çarpıtılması er veya geç muhakkak açığa çıkacaktır. Kim ne yazarsa yazsın tarih, yaşayan halkın kendisidir. Tarih, bir toplumun kendi özünde, kendi bağrından gizlidir. Benim amacım, toplumun bağrından gizli kalan bütün tarihsel ve sosyal-kültürel ve felsefik tüm olayları açığa çıkarıp kâğıda aktarmak ve bizden sonraki nesillere devretmektir. Bu yöntemle, egemen sınıfın gerçek yüzünü teşhir etmek ve onun bütün hedef ve amaçlarını, niyetlerini açığa çıkarıp en dar alana sıkıştırmaktır.

          Dersim bölgesi özellikle Cumhuriyet (!) döneminden itibaren özel bir kanunla yönetilmiş. Devletin asıl amacı, "iskan kanunu" adı altında ülke genelinde dil birliğini sağlamak ve burdaki halkın dini inançlarından dolayı soykırıma başvurmuştur. Irkî olarak da Kürt oldukları için ülkenin batı kesimine göçe zorlamış olup asimilasyon taktiğini izlemiştir. Türk devleti, bu bölgede yaptığı Alevi soykırımını ve katliamını gizlemek için başvurduğu taktik bir "isyan" olarak ileri sürmüş ve yaptığı katliamı da bu bahane altında meşru göstermeye çabalamıştır. Halbuki Dersim halkının isyanla hiçbir alakasının olmadığı kendi eski nesillerimizden ve atalarımızdan canlı olarak dinledik. Silahsız ve savunmasız bir masum halkı çoluk çocuğuyla, kadını kızıyla çukurlara ve derelere götürüp imha etmek, ne yüce Allah kabul eder, ne de kendini tanıyan bir insan kabul eder. Bu tür işlemleri uygun gören bir kafa yapısının temelinde yatan esas olgu faşizmin ta kendisidir. Faşist ve sadist bir kafa yapısına sahip olanlar yeryüzünde günümüzde hep lanetle anıldıkları da görülmektedir.

          Yeryüzünde Yahudiler, Alman faşizminin temsilcisi olan ırkçı faşist Hitler tarafından soykırım olayına uğramış, ikinci halk da Dersim halkı, Askeri cunta devletinin temsilcisi olan ırkçı faşist Mustafa Kemal tarafından soykırım olayına uğramıştır. Tarihte ilk soykırım olayını yaşayan Yahudilerdir, ikincisi Ermenilerdir, üçüncüsü de Dersim halkıdır. Ama ne yazık ki resmi devlet ideolojisi asırlardan beri bu soykırımı büyük bir titizlikle gizlemeyi becerebilmiştir. Bu hünerini örtbas etmek için devlet, sürekli mazlum Dersim halkını "isyan" çıkarmakla suçlamış olup karşılığında kendi faşist soykırımcı imhasını meşrulaştırmak için her türlü çabayı da eksik etmemiştir. Buna karşı Dersim halkı da nedense hep suskunluğu tercih etmiş. O sustukça ırkçı devlet bunu fırsat bilip daha da kendi baskılarını arttırmaya devam etmiştir.

          Tarih araştırıldığında görülecektir ki resmi yönetimin abarttığı kadar bir isyan da söz konusu değildir. Onun sürekli ileri sürdüğü veya dillendirdiği "Kürt isyanları" da hep hayalidir. Onun asıl izlediği politika, bu isyanları dillendirip kendisine meşru bir bahane yaratmak ve katliamı meşrulaştırmak biçiminde cereyan etmiştir. Bütün mesele bu noktada odaklanmaktadır. Türk devletinin yarattığı bu sunî baskıya karşı, gelişen halk muhalefeti de meşru olup sadece kendilerini korumak maksatlı olmuştur. Bırakalım bu korumayı, yoksul halk açlıktan ekmek bulmadığı gibi kendisini korumak için silahı nerde bulabilsin? Dersim soykırımının nasıl ve niçin yapıldığı henüz eski nesil tarafından bile anlaşılmış değildir? Bu olay, Dersim halkı için bir karanlık kutudur. Eski nesil bu soykırımın ve imhanın nedenini anlamak için sürekli birbirlerini sorgulayarak, hatta kendinden sonraki nesile gelişen olayları aktararak bir değerlendirme peşinde olmuşlardır. Bazılarının ileri sürdüğü bahaneler bile bu soykırımın yapılmasını uygun görmezler.

          Bu alanda ufak tefek nahoş hareketler yaşansa bile isyan temelinde bir olayın olmadığı gibi, masum bir halka soykırımı dayatmak ve uygulamak insanlık dışı bir mezalimdir, bir faşizmdir, hunharca bir harekettir. Basit bir olayı "isyan" olarak lanse etmek ve soykırıma varacak şekilde bir vahşete başvurmak insanlık dışı bir davranış biçiminden farkı yoktur. Bu tür olayları da benimsemek veya onaylamak da gene insanlık dışı bir davranıştır. Resmi Türk devleti, bir yandan bu Kürt isyanlarını ileri sürerken, diğer yandan da kendisini haklı çıkarmak için sürekli bu isyanların ardından yabancı devletlerin parmağı olduğu yaygarasını da eksik etmemiştir. O, sürekli Kürt isyanlarının arkasından İngiliz ve Fransız emperyalist devletlerinin olduğunu vurgulamıştır. Ağzından eksik etmediği şu meşhur söylemi artık bir bebek dahi ezberlemiş durumdadır; "Kürtleri kışkırtan İngiliz ve Fransız devletleridir. Bu soruya karşı bu devlete şunu sormak gerekir:

          Peki Askeri cunta devletini, Dersim Alevi soykırımı ve Kürt soykırımını yapmakla kışkırtan hangi devlettir? Türkiye devletine gaz bombalarını satan hangi emperyalist devletlerdir? Dersim katliamını yapmak için hangi emperyalist devlet Türkiye cumhuriyeti (!) devletini kışkırttı? Bunlar bu sorulara nasıl cevap verebilirler? Peki Lozan'da bu devlet temsilcileri kimlerle masaya oturup anlaştılar? Bu anlaşma esnasında neden eş zamanda Dersim'de soykırım uygulandı? M. Kemal'e, Türk devletini kurduranlar kimlerdir ve kimlerin sayesinde bu kukla devlet kuruldu? Tarih çarpıtıldığı gibi Türkiye M. Kemal'ın sayesinde mi kuruldu yoksa İngiliz, Fransız ve Alman emperyalist devletleri tarafından mı kuruldu? Koca bir Irak devletinin sınırları bir İngiliz bayan tarafından çizildiği gibi, Türkiye de aynı Irak konumunda olmasın mı? Çünkü resmi devlet, sürekli Kürt isyanlarının arkasından muhakkak bir yabancı parmağı arama telaşesini adet ve geleneksel bir politika haline getirmiştir. Ama kendisi de sürekli yabancı devletlerin kucağından, ağzından emzikle adeta bir bebek gibi eksik olmamıştır. Bu devlet, sürekli yabancı emperyalist devletlerin kuklası olmuştur. Ama o, kendi bu maskesini sürekli gelişen halk muhalefetine karşı gizleme yolunu tercih etmiştir. Bir savaşa gider "barış" için gideceğini demlendirir. Soykırım yapar, karşılığında kendi meşruluğunu kanıtlamak için "isyan var" yaygarasını yapar. Yani her olayda kendi gizli riyakâr yüzünü hep maskeleyerek bugüne kadar bu şekilde ayakta kalmıştır.

          Gerek Dersim 1937 katliamında, gerekse 1938 ikinci katliamda, Dere Nahiyesi kesimi veyahut da Piri Sêvdin evlatları ve ezbetleri de, devletin bu soykırımından nasibini alır. Hem de kadın kız, erkek, çoluk çocuk ayırt edilmeksizin, evlere doldurularak yakılmak üzere bir soykırım yapılır. Bu soykırım ardından da Türkler'in meşhur atası (!) tarafından "yurtta sulh cihanda sulh" naralarıyla dünya halklarının gözleri boyanır. Ama Kürt ve Dersim halkının gözleri hiçbir zaman boyanamadı. Dersim halkı, bu sahtekârca sözleri de hiçbir zaman yutmadı.

          Türk devleti, Dersim soykırımını yaptığında genelinde masum halk kendisini zalime karşı koruyamamıştır. Ama bir kesim de kendisini korumasını becermiştir. Bu, onun en meşru hakkıdır. Ama gerçeği dillendirmek gerekirse Dersim halkı aynı bir kurbanlık koyun gibi katledilmiştir. Hiçbir fert kendisini koruyacak şekilde bir tek silahı bile olmadıklarını itiraf etmişlerdir. Eski nesil, bu acı ve dramatik olayı bizlere anlattıkları zaman Türk askerinin yaptığı tüyler ürpertici insanlık dışı olaylar karşısında isyan etmemek bile elden değildir. Bir haksızlık karşısında bile, silah olmasa gene insan taşla kendisini korumasını bilir. Ama halkta müthiş bir paniğin ve korkunun yaşandığı da bir gerçektir. İnsanlar derelere ve çukurlara toplatılıyor ve makineli tüfeklerle kurbanlık koyun gibi imha ediliyor. Böyle barbarca bir insanlık dışı vahşetin hiçbir yerde yaşandığını sanmıyorum. "Bir Türk dünyaya bedeldir" ünlü Türk atasının deyimi gerçekten de tam bu anlamda yerini buluyor. Bu deyimle, onun en ırkçı ve en faşist yüzü bu ifade içinde mevcuttur.

Edebiyatça(HD)

Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité