Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
26 novembre 2011

DERSİM ALEVİ SOYKIRIMI VE MUSTAFA KEMAL

Dersim-3          Osmanlı devleti, Dersim halkına karşı demoklesin kılıcını asla eksik etmez. Onun devamı olan askeri Cunta rejimi, yönetimi devralır almaz, hemen ilk başvurduğu olay Dersim Alevi soykırımıdır. Bu askeri Cunta rejimi, kendi asıl faşist karakterini Dersim halkına karşı uygular. Dersim halkı en büyük zulüm ve işkenceyi bu askeri Cunta rejimin sayesinde tanışır ve zulmü bunun döneminde tadar. Dersim'in, gerek devlet tarafından, gerekse M. Kemal tarafından "baş çıban" olarak nitelendirilmesinin esas nedeni de henüz karanlıktadır.

          Dersim 1937-1938 yılında kesinlikle Piri Sêvdin Ocağı ve kabilesi, ne devletin yanında yer alır, ne de devlete karşı baş kaldırır. Aslında bu yıllarda yaşanan acı olaylar, ne yazık ki bir isyan da değildir. Ona asıl isyan gömleğini giydiren Askeri Cunta rejimi olup, bu halka karşı bir soykırım cinayeti planını uygulamak içindir. Bu dönemde Piri Sêvdin Ocağı ve kabilesi tarafsız ve bağımsız kalır. Ama elbette devletin zulmü karşısında gene direnenlerin yanında safını belirler. O dönemde Seyyid Seyfeddin'in evlatlarından hiç nedensiz bir şekilde Seyyid Hasan Fahri Efendi kendi hanımıyla birlikte kurşunlandığı da bilinmektedir. Aslında Dersim'de isyan bahanesiyle katledilen Dersim halkının nedeni henüz çözülmemiştir. Bir yandan isyan, diğer yandan da terbiye, korkutma ve asimile adı altında bir halka soykırım dayatmakla, devlet kendisini aklayacağını sanırsa yanılmaktadır. Seyyid Hasan Fahri Efendi ve ailesinin, bu askeri cuntanın gazabına uğraması dahi devlet tarafından basit gerekçeler ileri sürülerek, bunların imhasını meşrulaştıracak hiçbir yanı yoktur. Faşist Cunta rejimi, bu aileyi Seyyid Rızay'la ilişkide olduğu bahanesini ileri sürerek imha eder. Böyle basit bahaneler günümüzde de devam etmektedir. Devlet, bu oyunun aynısını, PKK'ya karşı yerli halkı da "teröristleri besliyor"diye imha edip belirsiz adreslerde kendi suçunu örtbas etmeye çalışmaktadır.  

          Aynı zamanda bu Ocak hiçbir zaman silah taşımaz. Fakat gene de en büyük darbeyi bu alan yer. Yani silah taşımayan bir halkı silah almaya ve taşımaya zorlayan gene de devletin kendi hatasıdır. Böylesi durumlarda gene de Dersim halkı, devletçe "baş çıban" olarak lanse edilir.

          Dersim bölgesi halkıyla gerek Selçuklu devleti, gerekse Osmanlı devleti olsun, ilişkilerin bağımsız olarak devam etmesi dikkate değerdir. Koskoca bir imparatorluk ta Habeşistan'a kadar bütün devletleri haraca bağlar, vergi sistemine bağlar da kendi burnu dibindeki bir Dersim bölgesini bunun dışında tutar. Bunun çok önemli bir sebebi olmalıdır kanımca. Zaten bu bölgedeki araziler askeri cunta devletinden sonra kayıtlı hale getiriliyor. Tapu kadastro en son bu alana girip toprak kaydını 1975-76 yıllarında yaptı.

          1937-38 yılında Dersim'de isyan söz konusu olmadığı halde askeri cunta devleti gene de "isyan var" bahanesiyle bu alana askeri sevkiyat yaparak resmen Alevi katliamı uygular. Bu isyan olarak lanse edilse bile Piri Sêvdin'e bağlı Ezbetler ve birçok Aşiretler bu isyanda yer almadıkları gibi gene de M. Kemal'ın soykırımından kurtulamazlar. M. Kemal'ın askeri faşizmi, en büyük katliamı Dersim halkına uygular. O, kendi asıl imhacı, faşist ve zulümcü yüzünü dışarıya yani emperyalist devletlere değil, aksine içerdeki etnik yapılara ve Dersim'de savunmasız ve silahsız Alevi halkına gösterir. İsyan bahanesiyle halkı her türlü zulüm, imha ve zoraki göçe zorlar.

          Dersim halkının üzerinde uygulanan bu acıklı psikolojik baskıdan dolayı, artık bu halk çaresiz kalarak askeri cunta devleti, kendisine bir tek kurtuluş yolu olarak seçime zorlatır. O, herkesten çok kendi yaşamını bir gün daha uzattırmak pahasına, müthiş bir kemalist savunucusu durumuna getirilir. Dersim halkının zaten pek seçeneği de kalmaz. Kendi yaşam hakkını kendisi sağlamaya çalışmışsa da bu hak ona çok görülür. Dersim halkının, kemalizmin düşmanı haline gelmesine neden olan asıl etmen gene M. Kemal'ın kendi hatasındandır. Dersim katliamına onay veren tek kişi o'dur. Şu bir gerçek ki ilk büyük Alevi katliamı Çaldıran Alevi katliamıdır, ikinci büyük Alevi katliamı da Dersim ve Koçgiri katliamıdır. Bu katliam da M. Kemal'ın sorumluluğu altında olur.

          Anadolu topraklarında günümüze kadar tarihte ilk olarak uçak denemesinde sadece tek bir halk kimyasal silahlarla imha edilir. Bu halk da gene Dersim halkıdır. M. Kemal'ın manevi kızı Sabiha Gökçen, Amerika'ya kadar gidip pilotluk kursunu yapar. İlk uçuşunu da Dersim halkına karşı, havada kimyasal silah kullanarak, bir soykırım cinayetini işler. Mağaralara sığınanlar da gaz bombalarıyla imha edilir. Bu cinayet, manevi babası tarafından da onaylanarak Sabiha Gökçen ödüllendirilir. Hatta hızını alamayıp kızının bu insanlık dışı katliamı kutlama yoluyla meşrulaştırarak "istikbal göklerdedir" deyip kızıyla da gurur duyduğunu büyük bir sevinçle belirtir! M. Kemal, bir yandan Askeri cunta devletini "cumhuriyet" yaftasıyla cilalayıp halka yuttururken, diğer yandan da soykırım ve imhaya dayalı kendi faşist yüzünü Dersim halkına göstermiştir. Ama Dersim halkı, bu cumhuriyetin nasıl bir cumhuriyet olduğunu ta o günden beri gayet iyi bilir.

          Dersim halkı, bu devlete vergi verir fakat devlet gene Dersim halkını tanımaz. Dersim halkı, bu devlete kendi çocuğunu asker olarak verir gene devlet aynı düdüğü çalar. Dersim halkının çocuğu savaşta en ön saflarda şehit düşer, gene de bu devlete yaranmaz. Dersim halkı her türlü yurttaşlık görevlerini yerine getirir gene de devletin gözünde bir değeri olmaz. Devlet, halen de Dersim halkıyla uğraşmaktadır. Bütün devletin bu haksızlıklarına rağmen, Dersim halkı halen rahat olduğu halde gene de Dersim halkı suçlanır. Devletin istediği; otur dedim mi oturacaksın, kalk dedim mi kalkacaksın, öl dedim mi öleceksin? gibi itaatçı bir toplum yaratmak peşindedir. Zaten devlet böyle bir itaatkâr toplum çoktan yaratmıştır. Devlet yanlış yapmaz, devlet her şeyi bilir, devlete baş kaldırılmaz, devlet eleştirilmez, devlet tartışılmaz, devlete dil uzatılmaz, devlet hata yapmaz, devlet hortumlamaz, devlet çalmaz, her şey devlet ve vatan içindir. Devlet öl dedi mi ölünecek, kal dedi mi kalınacak? Devlet höt dedi mi halk hemen atağa kalkacak? Devlet her şeyin üstündedir! Devlet eşittir Allah'tır! Devlet uludur, halk onun kulu, kölesidir. Halk devlet için bir kul ve köle ise, o zaman vatandaşlık nerde kalıyor? Devlet-vatandaşlık veya yurttaşlık ilişkileri nasıl olmalıdır? O zaman buna bir açıklık getirilmesi gerekir.

          Fakat devlete gelince o, vatandaşa karşı adaleti ve kanunları deler. Anayasayı ayaklar altına alır çiğner. Vatandaşın parasını pulunu banka vasıtasıyla hortumlar. Askere gönderilen genç vatan korurken faili meçhule gider. Vatandaşın vergisiyle silah alır ve bu silahı kendi vatandaşına karşı kullanır. Kendi vatandaşını yerinden yurdundan kovar ve nerde kendisine uygun bir gerici halk varsa onu getirip yerleştirir. Zaten memlekette çeteler ayrık otu gibi türemekle bir başka sorun haline gelir. Ama gene de devlet halkın baş tacıdır. Çünkü halk o şekilde alıştırılıp alıklaştırıldı.

          M. Kemal'ın ırkçılığı çok meşhurdur. Onun "bir Türk dünyaya bedeldir" deyişi bile tüyler ürperticidir! Dersim'de Alevi katliamı yapar ve peşinde "istikbal göklerdedir" deyişiyle nasıl bir politika izlediği de açığa çıkmaktadır. Bunun akabinde bile hatta bu soykırımı örtbas etmek için "yurtta sulh cihanda sulh" teranesini kullanarak kendi asıl faşist karakterini dünya kamuoyu önünde gizlemeye çalışır. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, "anayasayı bir sefer delmekle bir şey olmaz" deyip anayasayı ayak altına alır. Bir zamanın devlet başkanı ve cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel, toplumu koyun sürüsü yerine koyup kendisini çoban yapardı. Bana "sağcılar adam öldürür dedirtemezsiniz" gibi ünlü sözlerle bir kesime göz dağı vermekte geri durmazdı. Bir zamanın islamcı başbakanı Necmettin Erbakan adından biri de "cennet kapısının anahtarı bendedir" deyip islam dinine hakaret ederdi. Bir diğeri başbakan sıfatı altında gene Recai Kutan adında bir islam psikopatı gelip koltuğa oturur ve Alevi kesimine "mum söndü yapıyorlar" deyip hakaret ederdi. Zamanın başbakanı Tansu Çiller, kendi kadınlık fetişizmini tatmin etmek için, masum Kürt katliamını yapıp hızını almadan "ikinci Malazgirt savaşını da kazandık" sarhoşluğuyla çeteler kurup derin devlet yaratırdı. Devletin her karış toprağında yatan faili meçhul ölümlerin sayısı da içler acısı bir başka olaydır. İşte M. Kemal'in kocaman Cumhuriyet Türkiyesi'nin gerçek manzarası!..

          M. Kemal'ın cumhuriyet devleti anlayışında, bu tür vasıflı kişilerin çıkması da normaldır. "Devlet sahipsiz kalmasın da yönetimde kim olursa olsun ama yeter ki Alevi olmasın" anlayışı egemendir. M. Kemal gerçekten bir Alevi olsaydı ve zamanında devletin temelini sağlam bir şekilde kurmuş olsaydı ve Emevi Osman islam dinini, Diyanet vasıtasıyla meşrulaştırıp devlet koruması altına almasaydı ve dini resmileştirmeyip serbest bıraksaydı, bugün Türkiye bu hallere gelmezdi. Bugün çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı Avrupa kapılarına dilenci olarak gönderilmezdi.

          Devlet, halk için olmalı ve halk için çalışmalıdır. Devletin görevi, kendi vatandaşını veya halkını sömürüp soğana çevirmek değil, ona hizmet götürmek içindir. Devlet, halk için olmalıdır. Devletin görevi halkı ikiye bölmek değil, halkı birbirine kırdırmak değil, bir kısmını el üstünde tutup, diğer kısmına baskı uygulamak değil. Halka barış, huzur ve birliği sağlayacak bir yapıdır. Sahip olduğu toplum için bir emniyet subabıdır.

          Bazı devrimci örgütler M. Kemal'e ilerici ve devrimci gömleğini giydirecek derecede gülünç duruma düşerler! Bazı ileri Alevi unsurlar, M. Kemal'e Alevi gömleğini giydirmeye çalışırlar. Böyle bir tez geliştirip Aleviliği karalamak ve ona dolaylı yollardan bir saldırı ve iftiradır. Prof. Doç. İzzettin Doğan bile Hürriyet muhabiriyle yaptığı bir röportajda "Atatürk'ün gerek yaveri, gerek danışmanı Alevidir. Alevi danışmanına danışıp öyle karar alırmış" diyor. Yani Prof. Doç. Doğan, M. Kemal'ın Alevi olduğunu ispatlamaya dönük, birtakım çabalar içerisine girmektedir. O, direk olarak M. Kemal'ın Alevi olduğunu demiyor ama dolaylı yollardan "yaver ve danışmanı" devreye sokarak ona Alevilik gömleğini giydirmeye çalışmaktadır ki bu da kendi yetersizliğinden kaynaklanır. M. Kemal'ın yaveri ve danışmanı olan böyle Alevi unsurlar bile, Dersim Alevi katliamına onay verecek kadar gülünç duruma düşmesi imkânsızdır. Prof. Doç. Doğan'ın deyişinden böyle bir anlam ortaya çıksa da bu, onun acizliği ve yetersizliğidir. Alevi (!) bir danışman kalkıp Dersim'de bir halkın katliamına nasıl onay verebilir? Belki de bu, Prof. Doç. Doğan'ın kendi kişisel çelişkisi olabilir. Çünkü bir profesör ve doçent vasıflarını taşıyan bir kişiliğin böyle bir hata yapması oldukça düşündürücüdür!

          Bu nasıl bir M. Kemal Aleviliğidir ki Emevi sünni islamlığını resmi din olarak kabul eder? Bu nasıl bir Kemalist ilericiliğidir ki dini, diyanet vasıtasıyla meşrulaştıracak kadar hata yapar? Hem devlet vasıtasıyla din meşrulaştırılıp tanınmakta, hem de adına laik devlet denilmektedir. Sünni kesime rehavet, Alevi kesime de sonradan imha ve soykırım uygulanmaktadır. Tekke ve Zaviyeler kanununu getirip Aleviliği lağveden de gene M. Kemal'dir. Hem nalına, hem mıxına! İnsan kanını ve yoksul halkın kanını akıttıran bir unsur, islam dinine göre "insanî vasıflardan yoksun ve insanlıktan uzaktır!" Alevi kanını akıttıran Alevi olamaz.

          Alevi halkı zaten sürekli devlet tarafından bir laiklik copu olarak hep kullanıla gelmiştir. Bu politika hem Osmanlı döneminde uygulanmış, hem de askeri cunta devleti dönemlerinde kullanılmıştır. Bir deyime göre Osmanlı devletini ilk kuranlar da gene Alevi dervişlerdir. Askeri cunta devleti veya daha modern deyişle laik cumhuriyet devlet (!), gene Aleviler'in sayesinde kurulur. Ama neticede gene de bu kesime soykırım dayatılır. Ne yazık ki Alevi halkı bir türlü bu noktayı göremez! Acaba Aleviler bu kadar zulmü hak etti mi? sorusu da akla gelir.

          Bizim yörede eski nesilden yani 1937-38 katliamını yaşayanlardan biri de babamdır. Onunla yaptığım bir röportajına ilerde yer vereceğim. Bu konuda o cehennem dönemini yaşayan kesim "Hırsızlığın arttığı ve can güvenliğinin kalmadığı" gibi basit bahaneler ileri sürerlerdi. Halkın gösterdiği bu basit bahaneyle, devletin dayattığı bir katliam ve soykırım kabul edilecek türden değildir. Yani hırsızlıktan veya can güvenliğinin olmadığından dolayı bir halka soykırım dayatmanın hiçbir meşru yanı yoktur. Böyle bir bahane adı altında bir halka işkence, zulüm ve soykırım dayatmak insanlık dışı bir olaydır. Bu, Kemalist faşizmin ta kendisidir.

          Çok önemli bir husus var. Bu da, Alevi halkıyla ilgili net olmayan bir olaydır. Alevi halkı ile Sünni halkı arasında dini inanç farklılığına esas damgasını vuran olgu, onun yaşam pratiğinde vardır. Biri, islamın "Şeriat" sistemini veya yönetimini yaşarken, diğeri de kendi kafasında uydurduğu islamın "Hakikat" sistemini veya yönetimini yaşar. Şimdi islamın "şeriat" dönemini yaşayan bir toplumda elbette ırkçılık, mezhepçilik, milliyetçilik, cemaatçılık ve her türden gericilik eksik olmaz. Fakat Alevilikte devletçi bir zihniyet yapısına bile dahi yer verilmez. Çünkü devlet aygıtı, yoksul halka karşı geliştirilmiş bir sistemdir. Bu anlamda Alevinin ne ırkı, ne mezhebi, ne de milliyeti olur. Alevinin devlet olma diye bir sorunu da yoktur. Alevinin bir milliyet veya bir halk, bir ulus olma diye bir sorunu yoktur. Onun tek sorunu, ezilen bütün dünya yoksul halkların, bir çatı altında barış ve huzur ortamı içinde bir arada kardeşçe yaşama arzusudur. Böylesi bir düşünceye itiraz edecek olanı sanmıyorum.

          Bu konuda Anadolu Alevisinin net olması gerekir. İşte islam Sünnisiyle, Alevi arasındaki asıl fark yukarda belirtiğim durumdur. Açıkça Anadolu Alevisi camiyi de aşmış, orucu da aşmış, namaz kılmayı da aşmış durumdadır. Anadolu Alevisi'nin ilgi alanı şimdi daha başkadır. Onun ilgi alanı insanlık ve insana önem vermektir. Dünya insanlığını birleştirmek onun esas amacıdır. Onun amacı ve hedefi insana ve insanlığa yararı olan bilimdir, ilimdir, teknolojidir. Bu tür şeyler insanlığın gelişmesine yardım eder. Yoksa ne cami, ne hac, ne oruç, ne de namaz, insanlığın kurtuluşuyla özdeştir. Irkçılık insanlığın kurtuluşuyla özdeş değildir. Bu anlamda esas temel öğe insandır.

          Bu sebeple hakikatı yaşayan Alevi toplumu için ırk ve milliyet önemli olmaması gerekir. Aleviler üzerinde oynanan diğer bir oyun da ona bir ırk gömleğini giydirme çabasıdır. Bundan dolayı devletin ve bazı yobaz yazarların, Aleviler'e dayattığı bu Türk veya Kürt ırkçılığı oyunlarına gelmemelidir. Eğer Anadolu Alevisi'nin sorunu kimlik sorunuysa, isteyen kendisine bir kimlik kazandırmalı ve netleşmelidir. Ayrıca eğer din konusunda da bir sorunu varsa bu netliğini de belirtmelidir. Daha önce de belirttiğim gibi Aleviler kendilerini artık bu gülünç durumdan kurtarmaları gerekir. Özde Alevinin, gerçekten bir ırkı veya milliyeti var olup olmadığı sorunudur? Eğer Alevinin kimlik sorunu varsa, o zaman Alevi halkı henüz "hakikat" kapısından içeri girmemiş demektir. Böylesi durumda, bir Alevi gene aynı şekilde "şeriat" kapısına dönmek zorunda mıdır acaba? sorusu akla gelir. Bu durumda elbette her birey veya her toplum kendi seçiminde hür olmalıdır.

          Dersim halkına isteyen istediği gömleği giydirmeye çalışmasına hakkı yoktur. Bu hak onun serbest ve özgür iradesine ve varlığına bağlıdır. Ayrıca Dersim isyanı adı altında kimse, günümüze kadar bir halka basit bahanelerle soykırımın meşruluğunu dayatıp suçlayamaz. Bu durumda esas suçlu askeri cunta devletinin ta kendisidir. Bu soykırım, bilinçli ve planlı bir şekilde, askeri cunta devletinin cumhurbaşkanı vasfı altında, faşist maskesini gizleyen M. Kemal'ın sorumluluğu altında yaşanmıştır. Dersim'de yapılan katliam bir Alevi soykırımıdır. Hiç kimse bu konuda M. Kemal'ı ve devletini aklamaya çalışmasın. Dersim soykırımı konusunda onu savunan onun kadar suçlu duruma düşer.

Edebiyatça (HD)

Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité