Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
20 novembre 2011

KEMALİST DEVLETİN DERSİM ÜZERİNDE OYNADIĞI OYUNLAR

Dersim-11          Dersim'in, Türkiye devletinin misak-ı milli sınırları içerisinde çok özel bir konumu vardır. Dersim halkının, kendisine ait çok özel bir yaşam biçimi, geleneği, göreneği ve apayrı bir kültürü ve apayrı bir inanç ve ibadet biçimi vardır. Onun hür bir karakter yapısı vardır. Diyebilirim ki bu karakter biçimi hiçbir toplumda bulunmayacak derecede nadirdir. Onun asıl karakterini belirleyen esas olgu, içinde yaşadığı doğanın özelliğinden gizlidir. Bu halk, Dersim'in engin ve yüksek dağlarında özgür bir ortamla kaynaşmasıyla kendisine özgü bir karakter harmanlaştırmıştır. Felsefesine, inancına ve ibadetine engin ve özgür bir felsefe kazandırmıştır.

          Bu durumda elbette onun kendisine özgü apayrı bir karakteri olacak. Elbette o haksızlığa baş kaldırmayı bir gelenek haline getirir. Elbette hiçbir baskıyı kabullenmez. Bu nedenledir ki o hatta ve hatta arkadan hançerlenmeyi sevmez ve bunu uygulayana da düşmandır. Onun karakterinde boyun eğme geleneği asla yoktur. Onun en büyük özelliği sürekli doğrudan ve haklıdan, mazlumdan, ezilenden yana tavır almasıdır. Bu sebepledir ki Osmanlı'nın devamı olan askeri cunta devleti, Dersim halkını düşman ilan etmiştir. Hatta ve hatta askeri cunta devletinin ilk kurucusu olarak bilinen militarist M. Kemal, Dersim halkını Doğu Anadolu'nun, hatta Kürdistan genelinde "çıban başı" olarak nitelemiştir. M. Kemal, Dersim halkını ıslah etmek (!) yaftasıyla imhayı ve soykırımı bile göze almıştır.

          Bu devletin, Dersim halkı hakkındaki niyetini ve amacını anlamak için onun pratikteki adımlarına bakmak yeterlidir. Askeri cunta devleti (buna militarist kemalist devlet de denilebilir) kurulalı beri, Dersim halkına hiçbir hizmet getirmemiştir. Dersim halkının gelişimine yönelik hiçbir alt yapı sistemini götürmemiştir. Bu halkın en temel ihtiyacı olan elektrik hariç, yol ve su hiçbir köye götürülmemiştir. Elektrik götürülmüşse de, bu kendi menfaatleri uğruna ve iradesi dışında gelişen bir olgudur. Köylere yolların yapılması dahi amaçlı yapılmıştır. Bu amaç, Dersim halkını sadece denetim altında tutmak içindir. Fakat bu yollar stabilize edilmediği için halk, kışın ve ilkbaharda hâlâ ilk çağın yaşam koşullarını yaşıyor. Yolların stabilize edilmemesi de bilinçli bir politikadır. Su ihtiyacı gene aynıdır. Dersim'e ait yedi (7) kazası var. Bu yollar stabilize yollar görünür. Fakat bu yolların her tarafı çukurlarla doludur. Devlet bilinçli olarak bu alana hiçbir yardım ve yatırım yapmamaktadır. Bu politikayla halkı bezdirip göçe zorlama amacı vardır.

          Zaten her il ve ilçeye hakim olan sözde belediyelerde de iş yoktur. Devlet yardım vermiyor diye bu kurumlar da kulaklarını tıkamışlar. Halk kendi kendisini geliştirmekte yetersizdir. Kendi geleceği için herhangi bir proje geliştirip üretmiyor. Hep sefillik ve rezillik içinde bir yaşamla bugüne kadar bu gelenek devam etmiştir. Zaten başa gelen belediye başkanları da aynı geleneğe sahip olup, değil halka hizmet, onlar da kendi ceplerini şişirmekle, aşiretçilik etmekle uğraşırlar.

          Bu son zamanlarda şenlikler ve bazı etkinlikler düzenlenmekte fakat bu alanda harcanan paraların nasıl ve nerelere kullanıldığı da meçhuldur. Bu konuda ilerde değinilecek.

          Dersim, 1937-38 tarihinde M. Kemal'in emriyle müthiş bir askeri yığınakla, topla tüfekle, gaz bombalarıyla Dersim halkına dayatılmış çoluk çocuk, kadın ayırt edilmeksizin kuşatma altına alınarak imha edilip ve Tunçeli olarak askeri cunta devleti idaresine bağlanmıştır. Dersim halkı, kendi dini inancı nedeniyle birçok felaketlere, hatta yok edilmeye maruz bırakılmıştır.

          Bu alanda ilk Alevi soykırımını yapan Çaldıran savaşı adı altında Yavuz Sultan Selim'dir. İkinci Alevi soykırımını yapan da Dersim isyanı adı altında M. Kemal'dır.

          Dersim halkı inancından ve etnik kökeninden dolayı, devlet tarafından çeşitli baskı ve işkencelere maruz bırakılarak "gıda ambargoları" ile yöre halkını göçe zorladığı 1993'lerden 2002 yılına kadar ki dönemler de içler acısıdır.

          Asırlardan bu yana çeşitli baskı, imha ve zulümlere maruz kalan Dersim halkı, her defasında barışa, dostluğa ve güzelliğe olan özlemi nedeniyle horlanan Dersim halkı, bugün dünden daha büyük tehlikelerle karşı karşıya bulunuyor. Asimile ve yok edilmek istenen Dersim halkının inancı ve kültürü üzerinde sinsice yapılan planlar halen devam ediyor.

          Devlet bir yandan Dersim'i balçık alanına çevirmeyi planlarken, diğer yandan da belli aralıklarla Dersim'in merkezinde katliam provalarını düzenlemeye çalışıyor.

          "Tarihten günümüze kadar Türk devletinin her türlü saldırılarının her zaman hedefinde olan Dersim'de 01 Haziran 2004 Pazar günü derin devlet, yeni bir katliam provası daha yaptı. Dersim 4. Komando Tugayı'nda izine ayrılan iki uzman çavuş sivil kıyafetle güpe gündüz ellerindeki G-3 piyade tüfekleriyle rastgele havaya ateş açıp orda bulunan topluluğa da küfür ve tehditler savurmaktalar. Buna benzer olaylar daha önceleri de bir kaçkez denendi. Derin devletin eliyle burdaki asker kanalıyla MHP imzalı pankartların asılması da bir başka olaydır. Üçüncü Munzur festivalinde MHP imzalı pankartların asılmasına karşı çıkan Dersim halkına gene burada koşullandırılan askerin silahı çevrilmiştir."(Devrimci Demokrasi'den)

          Açıktır ki devlet, her şeyi artık askerin eliyle bu bölgeyi susturup imha etme çabaları içindedir. Devletin bütün bu çabalarına rağmen Dersim halkı gerekli direnişi göstermiş, gelişen bu tür gözdağı olaylarına da suskun kalmamıştır. 1937-38'den önce ve sonra Hozat'ta askeri alayın kurulmasıyla bölgenin günümüze kadar denetim altında tutulması ve bu alanın, maksatlı olarak askeri bir kışla bölgesi haline getirilmesi de göstermektedir ki devlet bu alanla çok alakalıdır.

          Çok ilginçtir ki Dersim şehir merkezinde 24 bin Dersimli yaşarken, burdaki asker sayısı 25 bindir. Bu demektir ki şehir merkezinde yaşayan her bir Dersimliye bir asker düşer. Böyle bir olgu da, devletin, Dersim hakkındaki düşmanlığını ele veriyor. Bu alanda yaratılan bütün provakatif hareket ve davranışlar da ohal valisi Mustafa Erkal'ın direktifleriyle yapılıyor.

          2004 yılında bu alanda yapılan bir araştırmaya göre 1993 ve 1994 yılında 93 köy, 518 Mezra boşaltılmış. 1980'deki nüfus sayımında ilin genel nüfusu 157 248'di. 2000'deki nüfus sayımında ise 93 768'dir. Yani 60 bin kişi göç etmiştir. Bu göç daha çok 1993-94 yılları arasında olmuş 40 bin kişidir. Devletin, Dersim halkına sunduğu güvenliğin sonuçları kısaca ve özcesi bundan ibarettir.

          Munzur vadisi üzerinde sekiz (8) barajdan, Mercan çayı ve Pülümür suyu üzerinde yapılıyor. Şu anda iki baraj tamamlanmış durumdadır. Uzunçayır barajında 20 köy etkilendi ve henüz bu barajın yapımına devam ediliyor. Bunlardan dördü Munzur vadisi üzerinde yapılacak ki bu da doğa katliamına yol açar. Bu alanda 43 bitki türünün yok olmasına yol açıyor. Ayrıca Dersim halkının değer verdiği kutsal ziyaretler de sular altında kalacak. Açıkçası bu da insansızlaştırma projesidir.

          Devletin Dersim üzerinde oynamak istediği oyunlar henüz bitmiş değildir. O sinsi bir şekilde "Dersim kanunlarını" yavaş yavaş uyguluyor. Kanımca bu barajların yapılmasıyla birlikte başka oyunlar da devreye sokularak devam edecek. Onun bütün çabası bu alanı tamamen boşalttırıp kendi yapısına uygun insanları getirip bu alana yerleştirmektir. Çok ilginçtir ki bu uygulama eskiden beri mevcuttu. Askeri cunta devleti, batıya Bulgar, Sırp, Arnavut göçmenlerini getirip Ege alanına yerleştirdi. Kürdistan bölgesine ise Alevi halkının dini inancına zıt gerici, ırkçı ve milliyetçi unsurları yerleştirmiştir. Devlet, Kürdistan halkını mezheplere bölerek, bu mezhepler arasında din ve inanç ayrılıklarını en üst dozda tutmaya devam ediyor. Bir tarafı Alevi, Kızılbaş ve Komünistlikle suçlarken, diğer bir tarafta da Şafii Kürt olayını yaratmıştır. Devletin bu propagandası günümüzde biraz kırılmışsa da bunun etkileri henüz devam ediyor. Zaten Osmanlı devletinin, Dersim halkı için uğraşı biliniyor. Osmanlı devleti bilhassa Dersim bölgesine turanileri yerleştirmişse de günümüzde bunların izleri kalmamıştır. Devletin, bu alanı Türkleştirme çabası sürekli boşa çıkarılmıştır.

          Dersim halkı, devletin açık bir şekilde baskı ve imhasıyla yüzyüze iken onunla bütünleşen bazı Alevi yol düşkünleri, kodamanları ve burjuvazisi de devletin bu baskı ve imha etme politikasına göz kırpıyorlar. Bu yol düşünlerinin gözleri o kadar kâr hırsı bürümüş ki bir Munzur vadisinin balçıklandırılmasına dahi sessiz kalmışlardır. Bu yol düşkünlerinin devletle bütünleşmeleri de gayet açıkça ortadadır.

          Devletin, Alevilik maskesi adı altında yatan esas amacı Dersim'i sessiz bir şekilde insansızlaştırmaktır. Bu turanî hareket, bir yandan sunî olaylar yaratıp Alevi halkının dikkatlerini dağıtırken, diğer yandan da sinsice Dersim halkı üzerinde çeşitli oyunlar tezgâhlayıp sergilemektedir. Ayrıca Dersim halkını tecrit ve asimile etme amaçlarından biri de onu aşağılaması ve horlamasıdır. Bir dönemde devlet eliyle bir başbakan nezdinde Aleviler karalandı. Bu dönemin başbakanı olan Recai Kutan, Aleviler'e karşı "mum söndü" terimini kullanarak, Aleviler'i karalamada hiç çekinmemiştir. Bu gerici unsur, her ne kadar "dil sürçmesi" olarak bahane göstermişse de, bu devlet düzeyinde ele alınmış olup amaçlı bir provaydı. Açıkçası Aleviler'in nabzını yoklamaktı. Bu unsur neticede söylediği sözünü geri almış ve Aleviler'den özür dilemişti. Devlet düzeyinde ele alınıp işlenilen böyle provalar da göstermiştir ki, Türkiye'de Aleviler'in can güvenliği her an ve her zaman tehlikededir.

          Devletin resmi ideolojisi olan militarist kemalizm, esasta Türk ırkçılığı üzerinde kurulmuştur. Bu devletin bel kemiğini oluşturan kurumu da Türk Silahlı Kuvvetleridir (TSK). Bu ordu kemalist ideolojiyle besleniyor. Kemalist maskesiyle kendisini gizleyen bu ruh yapısı, esasen özde Moğollu Cengiz hanların ve Kağan hanların ruh yapısıdır. Bu anlamda kemalizm maskesiyle gizlenen bu kurum eşittir Moğol Türk ırkçılığı ve Moğol Türk turancılığıdır.

          PKK hareketinin yükselme göstermesiyle birlikte, devlet bu son dönemlerde adeta Aleviliği yeniden keşfetmiş gibi bir hava içindedir. Aleviliğe öylesine bir özen gösteriyor ki onu bir can simidi gibi görmesi de gözlerden kaçmamaktadır. Devlet, Apo'yu İmralı'da etkisizleştirdikten sonra bu sefer de Alevileri etkisizleştirme çabasına girişti. Bu girişimi ilk önce Avrupa'da başlattı. Fakat başarılı olamadı. Ülke içinde bir anlamda bunu başardı. Ayrıca Aleviliğe yeni kılıf ve biçimler verme gayretleri de bir başka olaydır. Aleviler'in bir kısmı da kendi deyimleriyle bu dönemi fırsat bilerek devletin bu zayıf (!) yönünü yakalayıp sömürmeye çalıştılar. Bu akıllı ve uyanık (!) Aleviler de bu yolla devleti uyuttuklarını sanırlar. Bunlar, devlete yaranarak bir yandan kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda devletin "laiklik sopası" durumuna düştüklerinin farkında bile değildirler. Ne yazık ki devlet, Aleviliği sözüm ona irticaya karşı bir alternatif olarak ileri sürüp kullanır! Akıllı ve uyanık Aleviler (!) de Cumhuriyetin ve laikliğin teminatı ve koruyucusu olarak devletin gölgesinde hizmet vermekte geri kalmamıştır.

          Devletin askeri kurumu, polisi ve bürokrasisi, Cumhuriyetin ve laikliğin teminatı ve bekçiliği yeterli olmuyor, bu bekçilik esasta Aleviler'e devrediliyor. Devletin ordusu, Dersim'de, ırkçılık peşinde olup Alevi katliamı yaratma çabası içindedir. Gene de Aleviler, Cumhuriyet ve laiklik bekçiliğine soyunmaktan geri durmazlar. Asırlardan beri devlet tarafından Aleviler üzerinde öyle bir psikolojik baskı yaratılmış ki, bu baskı biçiminden dolayı bambaşka bir psikolojik yapı ortaya çıkmıştır. Yani sanki cumhuriyet ve laiklik, Alevilerle et ve tırnak gibidir! "Tavşana kaç tazıya tut" misali "cumhuriyete sahip çıkmazsan irtica hortlanır" gibi bir düşünce sistemi de gene devlet tarafından yaratılmıştır. Aleviler, "cumhuriyet ve laiklik" ilkelerine sadık olduklarından dolayı devlet bunu koz bilip, Alevileri hem irticaya karşı kullanmakta, hem de tersini yapmaktadır. Aleviler cem evlerini açmakla bir sarhoşluk içindedirler. Alevi halkının kendi dini ibadetlerini serbest uygulamak için geçici haklar istemekle yetinmekteler. Bu gibi geçici şeylerin büyük bir yanılgı olacağını şimdiden belirtmek gerekir.

          Bunlar, devletin asıl amacı olan "Kürt halkının birliğine" darbe vurma politikasını ya anlamamışlar, ya da öyle görünmektedirler. Bu devlet daha önce de belirttiğim gibi bu darbeyi Kürtler içinde mezhep kışkırtmacılığı politikasına başvurmakla bu halkın birlikteliğini bu tür ayak oyunlarıyla hep bozmak olmuştur. Ne yazık ki Kürt de bu oyuna hep alet olmuştur. Devlet kendi geleneksel bir deyimi olan dış tehlikeye (!) karşı da sürekli bu kesimin gençlerini askerde kullanmıştır. Fakat içte de bu kesimin gençlerini imha etmede geri kalmamıştır. Yani hem Alevi, hem de Kürt gençleri bu imhaya dahildir.

          Devlet, sürekli Dersim'i özel bir statüde tutmuş ve bu alanla özel olarak ilgilenmiştir. Dersim halkı üzerinde sürekli baskı ve imha politikasıyla giderek zorlu göçe yöneltmiştir. Bu göçler sonucunda Türkiye'nin hemen hemen her tarafına yayılmış olup sırayla, Tokat, Amasya, Sıvas, Çorum, Yozgat, yani iç Anadolu, Ege bölgesi, Akdeniz bölgesi ve Marmara, Kara denizin bir kesimi ve en son uğrak Avrupa sahası olmuştur. Avrupa sahasına göç eden gerek Dersim halkı, gerekse diğer azınlık milliyetler, bütün bu göçler devletin gözetiminde ve denetiminde örgütlü bir biçimde olmuştur. Avrupa alanına göç olayında, Türkiye devrimci (!) hareketinin de rolü büyüktür.

           Dersim halkının Türk, Kürt veya Alevi Türk, Alevi Kürt olması sonuçta devletin nezdinde hiçbir şeyi değiştirmez. O, Alevi Türk veya Alevi Türkmen de olsa asırlarca hep baskıya, asimilasyona ve sömürüye tabi tutulmuştur. O, devlet tarafından sürekli ikinci vatandaş muamelesini görmüş bir halktır. Bu halk Türk de olsa, Kürt olsa onun kaderinden bir şey değişmemiştir.

          Dersim halkı Sünniliği kabul etse ne değişebilir! Günümüze kadar tek değişmeyen bir şey var. O da devletin sürekli Dersim halkına dayattığı işkence, zulüm, baskı, imha ve göç'tür. Bütün bu zorbalığa karşı, Dersim halkının halen dimdik kendi onuru ve şerefiyle ayakta kalması da en büyük bir mucizesidir! Bu illahi kudret de Dersim halkının yüreğinde gizlidir. Hiç kimsenin aklı da bu sırra erişemez. Devletin, Dersim halkının bu sırrına akıl erdiremediği içindir ki, o en son çareye başvurmuştur: Barajlar!.. Devlet şu mesajı vermektedir:

          "Ya Sünniliği ve boyun eğmeyi kabul edeceksin, ya da bu alanı baraj haline getirip boğulacaksın!" Böylesi bir bıçak çoktan kemiğe dayanmıştır.

          Peki Dersim halkına düşen görev nedir? Devletin bütün bu oyunlarına karşı Dersim halkı ne yapıyor? Ne gibi yol ve yöntemler geliştiriyor? Onun önünde tek bir seçenek vardır. Bilhassa Avrupa'da bulunan Dersimli aydınlara, yazarlara, sanatçılara bu görev düşmektedir. Dersim halkının ileri gelenleri, uluslararası alana baş vurup konuyu BM'lere kadar götürüp, bu devletin yüzünü teşhir etmeli ve etkisiz kılmalıdır. Çeşitli etkinlikler düzenleyerek teşhir etmelidir. Doğa düşmanı bu devletin bütün amaçlarını boşa çıkarmak için, Dersim halkının birlik içinde hareket etmeleri de önemli bir sorundur. Uluslararası demokratik güç ve kuruluşlarla birlikte örgütlenmesi ve dayanışması kaçınılmazdır. Bazı etkinlikler ve geceler düzenlenmişse de bu gibi etkinlikler yetersiz kalmış olup uluslararasına taşırılmamıştır.

          Dersim halkı üzerinde egemen güçlerin baskısı, zulmü, asimilasyonu ve imhası yetmezmiş gibi, buna alternatif olarak ortaya çıkan devrimci-sosyalist ve demokratik güçlerin, bu alana yardımlarından çok zararın da olduğu birkaç örgüt tarafından kabul edilmiştir. Bu örgütler, Dersim köy halkının ihtiyaçlarına tam bir cevap olmamışlar veyahut da demokratik haklarını elde etmek için gerekli çabayı göstermede önderlik etmediler. Evrim yoluyla imece usulu gibi ortak bir çalışmanın dışında, hiçbir katkı veya bir proje geliştirme yardımında bulunmadılar. Bir yol, su ihtiyacı gibi köy halkına önderlik etmediler. Hiçbir sosyal ve kültürel faaliyet alanlarının yaratılmasında herhangi bir çaba göstermediler. Evrimsel olarak bu demokratik haklar daha da sıralanabilir.

          Dersim'de bu son döneme uygun bir moda şekli yakalanmıştır. Gerçi emperyalist devletler moda diye bir şey ortaya attıklarında veyahut da her yeni buluşlarında ilk önce azgelişmiş ülkelerin toplumları üzerinde denerler. Dersim Festivali de bu modanın bir başka çeşididir. Bu halkın ilericilik yanının ağır basmasından dolayı, o her yeniliğe açık bir toplumdur. O, her şeyde hep aşırılığa kaçmakta en ön saflardadır. Moda da, devrimcilikte, şenliklerde, festivallerde en ön saflardadır, herkese hammallık etmede gene en ön saflardadır. Fakat bu toplum bir türlü kendisi için hiçbir zaman en ön saflarda yer almamıştır. Başkasının birliğine koşar, başkasının yardımına koşar, başkasının yarasına derman olur, başkasının kulu köleliğini kabul eder. Fakat kendisine gelince hep yan çizer. Yani onun kendisine hiçbir hizmeti yoktur.

          Moda diye Newyork'un orta göbeğinde göbeği açık bir genç kıza rastlanmaz. Fakat Türkiye'nin en ücra yerinde bu tür olaylarla karşılanmamak mümkün değildir. Bilhassa Avrupa'daki Dersim gençlerinin her türlü modaya kendilerini kaptırmaları da bir başka sorundur. Bu moda olayı Dersim özelinde ve Türkiye genelinde, hatta dünya genelinde gençlik dejenere olmakla yüz yüzedir.

          Festivallerin düzenlenmesi de artık bir moda veya gelenekselleşmeye doğru gitmektedir. Bu festivallerin içeriği bir anlamda kültür etkinliğini taşımakla beraber, bir anlamda da Dersim halkının bir araya gelmesiyle, toplumun daha çabuk kaynaşmasını sağlamaya yarar. Fakat bu olayın sadece yılda bir defa düzenlenmesiyle birlikte bir kültür yozlaşmasını getirir ki bu da en tehlikeli şeydir. Bu tehlike de bir halkın zehirlenmesine yol açar. Zamanla bu zehirlenme, bir yabancılaşma niteliğini taşır ki, bu halkı veya gençliği bir araya getirip kaynaştırmak güzel ve olumlu bir şey olarak görünür. Bu yöntem demokratik güçlerin kontrolünde gelişirse içerik olarak olumluluk taşır. Yok eğer bu yöntem devlet konrolü altında gelişirse vay Dersim halkının haline! Bu anlamda yukarda belirttiğim zehirlenme olayı devreye girer. Yüzeysel olarak içi boş ve anlamsız kültür anlayışı bir halkın kültürel yönünün körelmesine yol açar. Bir halkın kültürünün yozlaşması da o halkın yozlaşması anlamına gelir ki bu çok tehlikeli bir olaydır. Zaten bu olay Dersim'de şimdiden ortaya çıkmış durumdadır.

          Buna bağlı olarak bu alanda özellikle Dersim'in ufacık şehir merkezinde yirmiye yakın birahanelerin açılması da apayrı bir konudur. Birahaneler kasıtlı olarak devlet tarafından teşvik edilerek açtırılıyor. Bilinçli olarak genç kızlar, mini etekle çalıştırılıp gençlerin ilgisi bu alana çekilmeye çalışılıyor. Gençler, bu birahaneler vasıtasıyla uyuşturucuya da alıştırılarak zehirletiliyor. Bu uyuşturucu işleri de devlet kanalıyla bu alanda yapılıyor. Özellikle devlet, bu alanda fuhuşu yayma çabası içindedir. O, bu alanda her türlü pisliği yaymaya seferber olmuş durumdadır. Bilhassa fuhuş, kumar ve uyuşturucunun her çeşidi, içkili bar ve birahaneler, kahvehaneler gibi ahlâk dışı bütün kozlar bu alanda piyasaya sürmeye çalışılıyor. Toplumu ve gençliği apolitik etmek için elinden gelen her çareyi denemekten geri kalmamıştır. Gerek dini bakımdan, gerekse kültürel şenlikler olsun artık devlet bu alanda bu tür şenliklere bile göz yumuyor. Çünkü kendi işine de geliyor.

          Günümüze kadar Dersim'de yapılan seçimlerde eskiden hep CHP kazanırdı. Fakat gene de Dersim'e bir hizmet getirilmedi. Bu son zamanlarda Dersim halkından şöyle bir düşünce tarzı belirdi "şimdiye kadar oylarımızı hep CHP'ye verdik gene de bir yardım veya hizmet görmedik. Bu seferde MHP'ye oy verelim belki devlet bu sefer bu alana hizmet getirir" diye bir hata yapıldı. Bilhassa bu son zamanlarda Ovacık belediye başkanlığının MHP'nin eline geçmesiyle birlikte, bu alanda baskı, şiddet ve her türlü imhanın daha da arttığına halk tanık olmuştur. Ovacık halkının kaderi hiç değişmedi. MHP gibi ırkçı bir partinin adını getirip o alana yaymak Ovacık halkı için bir intihardır. Ovacık halkının bu duruma düşürülmesi de ürkütücüdür. Irkçı ve milliyetçi bir parti o alana yerleştirildi mi onun orda artık sökülüp atılması olanaksızdır? Bu demektir ki Ovacık halkı için biçilen gömlek bir başka gömlektir. Aslında bu alana MHP'nin, devletin ordusu tarafından zor ve baskı yoluyla sokulduğu da bir gerçektir.

          Dersim halkının da birtakım eksik ve zaaflarının olduğu bir gerçektir. Devlet, zaten bu alanı gözden çıkarıp yardım elini uzatmadığı halde, Dersim halkı da bundan etkilenerek kendi öz gücünü bir türlü birleştirip bir güç yaratamamıştır. Köyler ve Nahiyeler kendi aralarında koordineli bir ilişki ağını tamamen geliştirip kuramamıştır. Bu ilişki kopukluğundan dolayı halk her türlü olanaktan yoksun kalmıştır. Örneğin belediyeler kendi bünyesinde bir kampanya başlatıp bir bağış toplayıp ve bu bağışı durumu acil olan bir köye veya kazaya öncelik hakkıyla oraya ihtiyaç gereği ne lazımsa bir yardım verebilir. Bu bir kollektif yardımlaşma çeşidi de olabilir. Örneğin her yıl bir Dersim festivali kutlanıyor. Bu festival esnasında toplanan paraların nerelere aktarıldığı belirsizdir. Dersim yolu aynı mezar yolu gibidir. Dere Nahiyesi'nin yolu yıllardan beri halen toprak yoldur. Bu yol bir türlü stabilize edilmedi. Dersim'e bağlı kazaların nahiye yolları acil durumdadır. Böylesi bir durumda her şeyi devletten beklemek de iyi bir düşünce değildir. Zaten devlet o alanı gözden çıkarmıştır. Böylesi bir durumda gene halkın kendisine sahip çıkması ve kendi ihtiyaçlarını gidermek için güçlerini birleştirip ancak bu şekilde bir kalkınma sağlayabilir. Devlet yardım vermiyor diye kalkıp işi kadere bırakmak da her Dersimliye yakışmaz.

 

Edebiyatça(HD)

Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité