Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
18 décembre 2013

NATO'YA BAĞLI BİR DEVLET: TÜRKİYE

 nato

Hani gizli bir el deniliyor ya, hani dış güçler, dış düşmanlar dillendiriliyor ya, özellikle bu deyim egemenlerce bilinçlice uydurulmuş birer deyimdir. Hani günümüzün faşist iktidar partisi adım adım nasıl iktidara getirildiyse, Türkiye devleti siyasetinin en başından günümüze hep aynı taktikle getirilmiştir. Karar en üstten alınır, yani dış güçler tarafından, yani NATO. Bu devletin, Nato ülkeleri tarafından paravan olarak kurulduğu ve Nato'ya bağlı bir eyalet olduğu asla unutulmamalı. ABD her seçim yılı geldiğinde üç ay önce bir toplumsal analiz yaptırır. Toplumsal yapıyı göz önünde tutarak ona göre iki karşıt parti kurar ve her parti başkanını da yine toplumsal yapıya göre seçer. İşte gerici ve dinci (irticacı kesim), demokrat kesim. Peki son seçimlerde oynanan oyun nasıl oldu? Tayyip'in cezasının rafa kaldırılması her halde rastgele olan bir şey değildi. Bu oyun ABD'nin eliyle oldu ve hiç kimsenin çakmaması doğrultusunda CHP başkanı Deniz Baykal da RTE'nin seçilmesi için onay verdi. Bu tür oyunlar aslında perde arkasında belli anlaşmalar çerçevesinde oynanan tezgâhlardır. Ama yoksul ve fakir halk, oyunu anlamasın diye bir- iki oyun tezgahlandı. Baykal’a karşı sözde sunî kaset dalgasıyla diskalifiye edilme imajı yaratıldı. CHP'nin başına da Alevi unsurlu Kemal Kılıçtaroğlu getirildi. Yani Türkiye'de genel anlamda geleneksel bir deyim olan demokratik ve laik (!) bir parti ve onun karşıtı yine geleneksel bir deyim olan gerici ve dinci bir parti karşı karşıya getirildi. Halk, sürekli bu iki parti tarafından oyalanıyor. Zaten diğer irili partiler de öylesine yel değirmenlerine saldırıyorlar. Maksat; parlemento feshedilmesin ve devlet görünürde idare ediliyor denilsin. Türkiye devleti hiçbir zaman Nato'dan (ABD) habersiz hiçbir iş yapmamış ve yapamaz da. 12 Eylül faşist askeri cunta darbesi bile ABD'nin onayı ile olmuştur. O halde, uzun sözün kısası günümüzdeki sözde egemenlerin kendi arasındaki iktidar çatışması hep göstermelik ve bir ali cengiz oyunundan başka bir şey değildir. Esasta ABD asla izin vermiyecektir ve sürekli kendisine göbekten bağımlı bir iktidar getirecektir. Ordu'nun çekirdek yapısında yeralan unsurlar da ABD yanlısı olup her yıpranan ve ipliği pazara çıkanı da sağlama veya emniyete almıştır. 12 Eylül mimarına dokunulmaması bunun en belirgin örneğidir. Günümüzdeki Ergenekon olayı da özde göstermelik mahkemeden başka bir şey değil. Sisteme alternatif olarak ortaya çıkan kesimler ise sadece yel değirmenlerine saldırıp kendi egolarını tatmin etmekle meşguldurlar.

ABD emperyalizmi (diğer emperyalist devletler de dahil) taktik değiştirmiş olup artık Irak usulu ülkelere asker yığmıyor. Onun taktiği, islam ülkelerinde yarattığı paralı gerici sivil terör gruplarını devreye sokuyor.

Tüm bu paralı terör grupların her türlü maddi yardımı da yine ABD tarafından karşılanıyor. Ayrıca ölen bu terör elemanlarının ailelerinin yaşamını da garanti altına alıyor. İşte Türkiye-Suriye sınırında konuşlandırılan tüm bu kanlı terör grupları paralı olup islam adı altında El-kaide, müslüman kardeşler, hizbullah vs. gibi emperyalistler tarafından kullanılıyor. Açıkçası bu gibi sivil gerici faşist gruplar vasıtasıyla kaos ortamını yaratıp, bu vesileyle NATO'yu da devreye sokarak istediğini elde etme taktiğidir.

Türkiye devletini NATO'yu oluşturan emperyalist devletler kurdu. Onun için emperyalist devletler, özellikle ABD emperyalizmi, bu alanı kendi gözü nuru gibi korur ve elinden çıkarmaz. Şimdi herkes "derin devlet" veya "derin ilişkiler" veya "birileri" vs. gibi deyimleri dilinden eksik etmiyor. Bu deyimin sürekli kullanılması, aslında düşmanı gizlemek amacını taşır. Oysa devletin sınırları içinde kaybolan değil bir canlı, bir iğneden bile devlet sorumludur. Yıllardır açıkça egemen devlet denilmiyor, sürekli "derin güçler" deyimi kullanılarak adeta asıl düşman gizlenmiştir. O zaman Türkiye topraklarında birkaç gizli devletin olduğu anlamı doğuyor. Eskiden "dış güçler" veya "dış mihraklar" deyimi kullanılıyordu ve bu deyimle sürekli devletin egemen faşist yönü kamufle ediliyordu. Günümüzde de "derin devlet" tabiri kullanıldı. Sonra "birileri düğmeye bastı" deyimi kullanıldı. Daha sonra "birileri ilikleri söktü(!)" vs... Yani kısacası bu gibi deyimlerin kullanılması aslında egemen devlet sisteminin gözardı edilmesi anlamında olup hedefi şaşırtmak ve kamufle etmek anlamındadır. Devlet katındaki tüm bürokratlar ve siyasiler, siyasî sahnede herkes birbirine madik atıyor. Al gülüm ver gülüm oyununu oynuyor, başka bir şey değil. Halbuki bütün olaylar devletin bilgisinde oluyor. Derin güç de, dış mihrak da, iç mihrak da, derin devlet de, birileri düğmeye bastı da, hep aynı kapıya çıkar: Devlet!

Aslında devlet olarak Türkiye, emperyalistlerce kurulan Nato’nun paravan bir devletidir. Ama Türkiye’de her iktidara gelen, kendi çıkarlarını korumak için kendi mafya ve derin devletini kuruyor gibi bir deyimin dillendirilmesi de yerinde olmayan bir tespittir. Başa gelen tüm iktidarlar, aslında ABD’den habersiz getirilmemiştir. Tüm iktidar partileri ABD’nin haberi dahilinde olmuştur. Bu derin devlet denilen olgu, aslında sürekli Mit, Cia ve Mossad eliyle tüm siyasî cinayetlerin işlendiği görülmektedir ki bunu da bütünüyle devletin eliyle yapıldığı ortaya çıkar. Günümüze kadar tüm Alevi katliamların peryodik olarak yapılmasında sürekli bu gizli servislerin parmağı olduğu görülmüştür. Yani Türkiye devletini idare edenler sürekli dış güçler olmuştur. 

İktidarlar geçicidir, iktidar aynı bir gömlektir. Devlet ise topyekün bir sistemdir. Görsel olarak her gelen iktidar kendi derin devletini veya mafyasını kuruyor algısı bir yanılsamadır. Elbette iktidara gelen devlet aygıtını da ele geçirmek ister. Bu süreç, hemen kısa bir zamanda gerçekleşmez. Yani her iktidara gelen kendi derin devletini kuruyor tezini dillendirmek hatalıdır. İktidar bir parçadır veya bir biçimdir, devlet sistemi de özdür, çekirdektir. Onun için bu hassas noktayı gözden kaçırmamak gerekir. Biçimler özü belirlemez ama kısmî olarak etkiler. Buna parça-bütün ilişkisi doğrultusundan da bakabiliriz. Elbetteki parçalar bütünü etkiler. Ama her ayrı parça bütünü belirlemez. Yani tüm parçaların toplamı bütünü belirler ki bu da parçalardan oluşan asıl özdür, yani çekirdek yapıdır. Ben kısaca değindim. Bunu örneklerle de genişletebiliriz ama sanırım bu kısa açıklama yeterlidir. Elbette iktidarın kendisi çıkarlar üzerinde kurulu olduğu asla unutulmamalıdır.

Devleti kendi başına tac eden kim? Yine yoksul halktır. Devlet aygıtını eline geçirip bir avuç burjuva asalağının ömrünü uzatan yine yoksul halktır. Devlet aygıtını vergisiyle, alın teriyle besleyen yine halktır. O halde bu zincirin en zayıf yanını bulup ordan kırmak gerekir. Peki zincirin en zayıf yeri neresidir? Bence merkezi sistemi nereyse orasıdır. Dokunulmazlık devlet zırhıdır. Bu zırhın kırılması devlet kurumunun yok olmasıyla son bulur ancak.

Günümüzde her zamanki bizans oyunu sahnelenmektedir. Biri ortamı kızıştırıyor diğeri yumuşatmaya çalışır. Yani açıkça biri ortalığı kasıp kavurur, biri de söndürmeye ve unutturmaya çalışır. 

Biri senaryo yazar, biri de sahneye aktarır ve oynar. Sahneye koyan ve oynayanlar hep aynı olmuştur. Bu devlet düzeni hep böyle olmuştur. Zamanında kan üzerinde cumhuriyeti kuranlar da iyi şeyler yapmıştı(!) Her ne hikmetse her "iyi şeyler olacak" deyiminin kullanılmasından sonra hep şiddet uygulanmıştır! Bunlar tesadüf olamaz, hep bilinçli olarak uygulanan devletin taktiğidir. Günümüzde her geçen gün makasın ağız açısı genişliyor. Bunun için "kardeşlikten, birlik ve beraberlikten" dem vurmanın hiçbir anlamı yoktur. Aslında "bu kardeşlik, birlik ve beraberlik" deyimi, artık egemen devlet sistemine hizmet eden bir lugat haline gelmiştir.    

Her ülke, bez parçasını kendine kutsal sayıp vatan dedikleri topraklara saplamış dalgalandırıyor ve methiyeler düzerek adına bayrak demiş. Ama bu bez parçası uğruna akıtılan onca mazlumun ahıyla da insanlıktan geçinir. En sevmediğim nokta bu konudur. Hem milyonlarca mazlumun kanı akıtılacak hem de kendilerini insanlıktan sayacaklar. Bu kadar çarpıcı bir çelişki de olamaz. Hay insanlığınız batsın! 15 Aralık 2012, 23h20

Hasan DAL

(Edebiyatca - 15 Aralık 2012 )

Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité