Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
21 août 2012

YENİ DÜNYA DÜZENİ

3ob2[1]         Çağımız, ultra emperyalist sistemin dünyaya hakim olduğu gerçek bir olgudur. Bu gerçek olgu karşısında öylesine çıplak gözlerle bu ultra emperyalist sistemin, ezilen dünya halklarının kaderi üzerinde nasıl bir oyun oynadığını seyredip duruyoruz.
Bu ultra emperyalist sistem ayrıca yeniden dünyaya bir biçim verme kılıfı altında ezilen dünya halklarını din, dil, ırk, mezhep, aşiret ve küçük devletçiklere bölerek yepyeni bir ücretli köle, bir köleci toplum ve yepyeni bir modern sömürge biçimini uygulamaya ve yaratmaya çabalamaktadır.
Berlin duvarının yıkılması ve emperyalist devletlerin Yugoslavya’ya müdahale etmesi olayı, 3. Dünya savaşının başlangıç tarihi sayılabilir. Bu savaş çok yönlü bir savaş olup, nükleer-biyolojik-kimyasal, ekonomik ve ırkçı savaşlardır. Buna din savaşları da eklenebilir. Bu savaş, emperyalist sisteme göre 3. Dünya savaşı değilmiş de makyajlanmış "yeni dünya düzeni" adı altında yarıda kalmış ulusal sorunları (!) halletme sorunu olarak ileri sürülmektedir. Yani ulusların kendi kaderini tayin etme sorununu çözmeyi, şu anda emperyalist devletler (!) üstlenmiş durumdadır. Bu yutturmacayı ne kadar becerdikleri de ortadadır. Emperyalist güçler, NATO ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla bunu çözümlemeyi ele alışları da çok sakat olup, ilk önce etnik temizlik yapıp ondan sonra bu işi çözümlemeye kalkışırlar. Emperyalist devletlerin Yugoslavya deneyi ne yazık ki içler acısı bir tablo izlemiştir! Emperyalist güçler, ulusal sorunu çözme kılıfı altında etnik kırımlar yaratma yolunu seçmişlerdir. Zaten emperyalist sistem, asıl yakaladığı bu can alıcı sorunu bahane ederek Balkanlar’a yerleşti. Şimdi de Ortadoğu’ya yerleşme çabaları içindedir. Irak’ta Saddam rejimini devirerek bu alandaki halkları birbirine düşman hale getirip Irak’ı bölme çabaları içindedir. Görünüşe bakılırsa, bu ülke üç parçaya bölünme olasalığıyla karşı karşıyadır. Emperyalist güçlerin "ulusal sorunu çözme" adı altında ülkeyi etnik gruplara ayırarak zayıf düşürme çabaları da ilerde kaçınılmaz olacaktır.
Bu sistem, öyle veya böyle bu dünyayı kendi rengine ve felsefesine göre, kendi ideolojik potasında yavaş yavaş dolaylı ve çok ince yollarla bir şekil vermeye çalışma hesabı içindedir.
Soğuk savaş ortamına bağlı olarak Sosyalist (ideolojik olarak, ekonomik olarak değil) Blok’un çökmesiyle birlikte, dünya hakimiyetini ve kontrolünü tamamen eline alan bu ultra emperyalist sistem, ilk önce Balkanlar’a el atarak bu alanı paramparça edip kendisine bağlı bir üs alanı yaratma peşindedir. Sonra Orta Asya’da Talibanlar’ı bahane edip Afganistan’ı üs olarak seçip oraya yerleşme hevesi içindedir. En son körfez savaşıyla Irak’a yerleşme planları mevcuttur. Bu ultra emperyalist sistem bir kolunu da Uzak Doğu’ya uzatmaya çalışmaktadır. Kuzey Kore’yi sürekli tehdit ederek bu alanda bir üs yaratma peşindedir. Bu egemen güç, askeri olarak o kadar güçlenmiş ki dünyanın her tarafına kendine bağlı ve kendi ideolojisine uygun bir devlet sistemi yaratarak bu alanlara askeri üslerini yerleştirip, bu yolla dünyaya egemen olma hevesi içindedir. ABD’nin bütün amacı Rusya’ya bağlı eski kaleleri parçalayıp, onu etkisiz hale getirmektir.
Bu ultra emperyalist sistemin öncülüğünü şu anda ABD emperyalizmi önderliğinde ve onun stratejik dostu İngiltere yapıyor. Ortadoğu’da gene ABD, İngiltere, İsrail ittifakı egemendir. Buna alternatif olarak yeni doğan bir emperyalist güç söz konusudur. Bu güç, Avrupa birliği olup ikinci bir ABD (Avrupa Birleşik Devletleri) emperyalist güçtür. Bu gücü de yabana atmamak gerekir.
Bu ultra emperyalist devletler düzeyinde, uluslar üstü bir birliğe gitmeleri söz konusu iken, diğer yandan da bu devletler önderliğinde geri kalmış ülkelerde ulus-ırkçılık gibi etnik zehirleri aşılayıp birbirlerine kırdırma politikası izlenmektedir. Daha doğrusu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler (ayrıca bu devletlerin gelişmeleri de tartışmalıdır) de henüz ulus düzeyine ulaşmayıp Aşiret, Kabile-Cemaat ve Mezhep düzeyinde yaşamaktadırlar. Bu durum özellikle sözde islam ülkelerinde henüz ırkçılık, mezhepçilik, şovencilik, ilkel milliyetçilik ve kan dökücülük oyunları oynanmaktadır. Böylesi ülkelere egemen sistem, bu durumu bahane edip kendi demokrasisini (!) götürme çabası derdindedir. İslam ülkelerinde ne demokrasi ne insan hakları diye bir şey vardır. Bu ihlaller artık had safhada olup, koyun boğazlar gibi insanlar boğazlanmaktadır.
Eğer islam ülkeleri kendi iç dinamikleri tarafından herhangi bir ilerleme kaydetemezlerse, yani demokrasi ve insan hak ve hukukunu rayına oturtmazlarsa, bunu egemen devletler fırsat bilip öyle veya böyle bu ülkelere müdahale edip, illahi ki kendi demokrasilerini bu alanlara getireceklerdir. Bu emperyalist güçlerin hatta gelişmiş ülkelerin iç işlerine bile müdahale edebilme olanakları da vardır. Zaten bu süreç çoktan başlamış durumdadır. Yani emperyalist devletler, geri kalmış devletlerin iç işlerine bile müdahale edebilme yetkisini ellerinde tutmaktadırlar. Uluslararası Avrupa Mahkemeleri buna bir örnektir.
Günümüzde vahşi kapitalizm, ezilen dünya halklarının üzerinde büyük bir baskı uygulamaktadır. Bu vahşi kapitalist sistem, toplumların ahlâkî yapısını da etkileyerek dejenerasyona uğratıyor. Kişileri bireyselliğe itiyor, toplumların ahlâk yapısında, ruhsal denge bozuklukları ve tahribatlar yaratıyor. Bu durumda ileri unsurlara düşen en büyük görev, kapitalizmin bu yönüne alet olmamak için toplumu sürekli aydınlatmak olmalıdır.
« Avucumun içinde yaşamadığım yaşam »adlı eserimin önsöz’ünden.
Edebiyatca(HD)
Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité