Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
30 septembre 2013

AVRUPALI MÜLTECİLER

diyarbakir newroz 2012-2Avrupa sahasına gelen Türkler'i üç gruba ayırmak gerekir. Birinci gruptakiler sözleşmeli ve kontratlı işçiler. İkinci gruptakiler siyasi ilticacılar, üçüncü gruptakiler ise ekonomik göçmenlerdirler.

Avrupa'ya ilk gelenler sözleşmeli ve kontratlı işçilerdir. Bu ilk grup geldiği zaman aylıklı çalıştığı için her ay eve düzenli bir geliri olan kişiler veya ailelerdir. Bu kesimin çoğu yoksul ve ezilen kesim olduğundan dolayı genelinde çoğu kırsal alanda gelir. Avrupa'ya gelen Türk işçileri kendileriyle birlikte, kendi örf, adet, gelenek ve göreneklerini beraber getirirler. Avrupa'ya gelen Türk işçileri özellikle en ağır işyerlerinde çalıştırılır. Bu kesim yemez, içmez kazandığı parayı olduğu gibi alıp Türkiye'ye aktarır. Yarının ne olacağınışünerek evi olmayan Türkiye'de hemen ev satın alır. Daire satın alır. Apartman satın alır. Arsa satın alır. Fakat Avrupa sathında bu kesim bir türlü huzuru yakalamaz. Doğru dürüst yatacağı yatağı bile olmaz. Aynı zamanda Türk devletinin bu kesime karşı müthiş ikiyüzlü politikası da bir başka acı olaydır. Kendi vatandaşını yurtdışına kul ve köle olarak el kapısına gönderir. Fakat onun haklarını da garanti altına almak için hiçbir çaba harcamaz. Özellikle Almanya'ya ilk gelenlerin çocuklarından beşinci kuşağa kadar halen aynı sorunlar devam etmektedir. Devlet sürekli Avrupa'daki işçiyi aynı bir dişi sağmal inek gibi görür! Devlet habire "döviz getirin, yatırım yapın, para gelsin de ne olursa olsun" diyerek hep teşvikte bulunur. Ama onun haklarını da garanti altına almak için yol göstermez. Şurasıık ki Türkiye'nin bugüne kadar ayakta kalması Avrupa'lı Türk işçilerin sayesindedir. Diğer yandan da Türk devleti, Avrupa'ya köle olarak sattığı bu kesimin hiçbir zaman derdine ortak olmaz. Onun demokratik haklarını koruma altına almaz. Devlet, Avrupa'ya ücretli köle olarak sattığı işçisine hem kendisi çifte standart politikasını uygular, hem de Avrupa uygular. Türk işçisi Türkiye'de ezildiği kadar Avrupa'da da aynı kaderin sillesini yemektedir. O, Avrupa sathında da gülmez ve sürekli gam ve keder içinde kıvranıp durur. Sürekli sömürülür, çarpılır, soyulur, hor görülür. Fakat o, bu hor görülmeyi bir türlü fark etmez ki bu da onun iyi niyetliliğinden kaynaklıdır. O, hiçbir zaman sömürüldüğünü ve ücretli köle olarak satıldığının farkında bile olmaz. 12 Mart 1972 Askerî Cunta darbesiyle Avrupa'ya gelen siyasî ilticacıların çok büyük hataları da var. Anavatan'dan kopup Avrupa zeminine gelen bir siyasî mültecinin gözleri dört açılır. Avrupa zemini ile Anavatan zemini arasında dağlar kadar fark var. Bu siyasî ilticacılar gerek anavatanda gerekse Avrupa'da eli ne sıcak sudan soğuk suya ne de soğuk sudan sıcak suya değer. Hayatında hiç çalışmamış, fabrika'da çalışmamış, tarlada çalışmamış, bağda, bahçede çalışmamış. İnşaatlarda çalışıp alın teriyle para kazanmasını bilmeyen kişi gelip Avrupa'da mı çalışır? Avrupa'daki Türk işçilerin canı sağolsun. Bu kesim Türkiye'de nasıl hazır konduculuğa alışmışsa Avrupa'da da aynı politikayı izler. Onun kendisine ait bir düzeni ve bir yasası var. Kendisine uygun birkaç kafadengi kişilik bulmuş olup bir yurtdışı örgüt kurar. Kampanyalara başladı mı değme keyfine "gelsin cukkalar!" Nasıl olsa çok kuvvetli bir bahanesi de var. Toplanan kampanyalar sözde Türkiye'deki örgüt çalışmasına gider ya! Hesap soran yok, araştıran yok. Gerçekten Türkiye'deki örgüte yardım gidiyor mu gitmiyor mu? Gidiyorsa nasıl bir yardım türü gidiyor? Diğer yandan ana zemindeki örgüt ise bir yanda bu yardımı da inkâr eder. Orası gene karanlık bir kutu olarak kalır. Avrupa sahası siyasî (!) gangesterler için bulunmaz bir fırsat olur. Tam kendi yapısına uygun bir saha olur. Özellikle siyasetle hiç alakası olmayan gangester tipler, kumar işletme yerlerine baskınlar düzenleyip bu alanda dolaşan paraları cukkalayıp kendi aralarında bölüşürler. Sözde bu baskınlarda elde edilen paralar Türkiye'deki örgütlere gönderilir! Avrupa'ya ilk gelen siyasî iltica takımı bir süre böyle devam eder. Avrupa çapında da elbette artık ufak tefek mücadelenin (!) verilmesi gerekir. O artık göstermelik olarak işin kolay yönünü yakalar. Devrimci çalışmaz, devrimcinin çalışma alanı farklıdır gibi safsatalarla toplum da kandırılır. Aslında toplum hiçbir zaman kanmaz. Kitle kendisini o şekilde gösterir. Avrupa çapında dernek çatısı altında birleşmiş olup, derneği kendisine sığınak yapar. Bunun yanında dernek vasıtasıyla devletten alınan sosyal yardım ve kültür geliştirme ve yaşattırma yardımı da başka bir gelirdir.

TDH (Türkiye devrimci hareketi)'ne sürekli para akar. Buna karşın ana zeminde ne ufak bir gelişme olur, ne de toplum dönüşüme uğrar. TDH ne yazık ki sürekli eleştirdiği ve gerici olarak damgaladığı Hizbullah örgütü kadar halka, ne kendi önderliğini kabul ettirir, ne de kendisini halka sevdirir! Türkiye'de her şey tam tersine bir seyir izler. Özellikle dağdaki gerilla (!) silahsız dolaşmakta ve yem olmakla sürekli karşı karşıya kaldığı da bir başka gerçekliktir. Ayağında çoğu kere doğru dürüst ayakkabısı olmaz. Şu bir gerçek ki TDH'ne harcanan parayla iki-üç Türkiye belki de kurulabilirdi. Fakat ne yazık ki şimdiye kadar devrimci örgütler kendi içinde hiçbir Tanrı'nın kulu bu soruna el atmaz ve bir soruşturma dahi yapmaz. Bu konuda devrimci kitle ve yoksul halk bile korkusundan suskun kalır. Hiçbir şeyin hesabı sorulmaz. Bilhassa Avrupa sahası çok karmaşık olup emperyalist sistemin yarattığı ve kimlerin ne yaptığı, kimlerin ne işlerle uğraştığı ve kimlerin kimlerle ve hangi sınıfla ne gibi bir ilişkide olduğu bilinmez. Avrupa'da TDH adına ha bire kampanya ve gece düzenlemelerinden gelen gelirin haddi ve hesabı yoktur. Buna bağlı olarak TDH'nin gerileme göstermesi ise başkalarına göre çok şaşırtıcı olmuştur!

12 Eylül 1980 Askerî cuntanın darbesiyle Avrupa'ya göç daha da artar. Bu Askerî cunta darbesi daha çok göç mafyasına yaranmış olup, müthiş bir insan kaçağı tacirliği mafyası yaratır. Bu insan tacirliğini aynı zamanda Avrupa'daki siyasî mülteci kamp da dahildir. Şurası bir gerçek ki Türkiye'deki 1980 Askerî cunta darbesi Avrupa sahasındaki mülteci akıma müthiş para kazandırır. Açıkçası bu insan göçü konusunda Türk devleti ile Avrupa'lı Türk solu arasında müthiş bir zımnî anlaşmanın olduğu kanısını uyandırmaktadır. Toplumun önünde bu sol hareket, her ne kadar bu göç olayına karşı çıkmış gibi görünmüşse de perde arkasında bütün göç olayını ateşlendiren kesim bu sol hareketler olmuştur. Öyleki hem zemin, hem de çatlaklar mevcuttur. Zavallı insanlar Türkiye'de Türk tefeci tüccara yem olur, Avrupa'ya gelir sol (!) tefeci kesime yem olur. İşin içinde milyarlar döner. Halen bu olay devam etmektedir. Bu konuda hiçbir sol örgüt, bu işi inkâra kalkıp kendisini temize çıkarmaya çalışmasın. Buna Kürt solu da dahildir. TDH'ne en büyük darbeyi vuran bu göç olayı olduğu bir gerçektir. Özellikle iyi niyetli unsurları Avrupa sahasına çıkararak, bu alanda kendi küçük burjuva emellerinde harcarlar. İyi niyetli yiğit insanları cezaevinde kaçırarak Avrupa'ya getirip kendi şahsî emellerinde kullanırlar. Bu emeller oldukça çok şeylerle doludur ve çok çeşitlilik arzeder. Birkaç iyi niyetli ve yiğit unsur, örgüt adı altında, kampanya adı altında öyle ucuz işlerde öyle veya böyle imha edilirler. Dürüst unsurlar kirli işlerde kullanılır. Böyle çirkin olaylarla karşılaşan bazı dürüst insanlar da işi bırakıp köşelerine çekilmek zorunda kalırlar. Bazıları da tekrar ana zemine dönüş yapar. Kesinlikle Avrupa'ya gelen, devrimci harekete sempatisi olan tüm unsurlar öyle veya böyle kullanıldıkları gerçek ve nettir. Bunun çok farklı yolları var. Devrim şehitlerinin kimlikleri adıyla oturum alanlar da var. Bu oturum dalgasından dolayı gerek Kürt adına, gerekse sol adına oturum kartı alan katil MHP'li faşistler bile var. Bu katillerin birçoğu hep dev-sol adına oturum aldıkları da bir başka gerçekliktir. Devrimci katili faşistler Avrupa'da hep sol adına oturum alırlar. Ayrıca Avrupa'nın değişik ülkelerinde birkaç masa, sandalye alıp büro açma havasıyla örgüt adına ve örgüt liderliği havasıyla etmedik haltlar bırakmazlar.

Türkiye'nin kırsal kesiminden Avrupa'ya göçetmiş bu Türk toplumu bir anda parayla tanıştıktan dolayı çok çabuk dönüşüme uğrar. Bu dönüşüm aslında uyum sağlama konusunda olmayıp tam tersine kendi içlerine kapanma olayıdır. Dönüşüm dediğim asıl olay, tamamen bir an önce zengin olma ve kapitalistleşme hevesinin ön plana geldiği de bir gerçektir. Bu dönüşüm normal bir dönüşüm-değişim olmayıp tam tersine anormal bir olaydır. İlk Avrupa'ya gelen sözleşmeli işçilerin etmedik haltları yoktur. Bu sözleşmeli işçiler Türkiye'de sahte isimle çocuk, kendi nüfusları üzerine kayıt ederek Avrupa'da çocuk parasından faydalanırlar. Bu insanlar Türkiye nüfus dairelerinde çalışan memurlara rüşvet yedirerek kendi nüfuslarına hayalî çocuk kaydedenlerin haddi ve hesabı yoktur. Avrupa'daki Türk işçilerinin yüzde altmışı belki de fazlası hep hileli yollarla sosyal yardımlardan faydalanırlar. Bu yollarla ya ev sahibi olmuş, ya da iş sahibi olmuşlar. Daha sonra gelişen bu çirkinlikler doğrultusunda kendi aralarında başgösteren kıskançlıklar ve birbirlerini çekememezlikler yüzünden birbirlerini ihbar etmeyle uğraşmışlar. Hatta bu ihbarlar sonucunda imhalar bile yaşanır.

Feodal aile yapısının çatırdaması bu kesimde panik de yaratır. Avrupa'ya gelen ilk sözleşmeli işçinin bilinç düzeyi sıfır düzeydedir. Bu kesim henüz kendi örf, adet gelenek ve göreneğini olduğu gibi korumaktadır. Böyle bir yapıya sahip unsurun veya işçinin, kendi çıkarlarını eğitim alanında yönlendirmesi de sıfırdır. Bu kesim için önemli olan paranın eve girmesidir. Onun için çocuğun geleceği pek önemli değildir. Aşağı yukarı Avrupa'daki Türk toplumunun zihniyeti böyledir. Onun bütün derdi sabah, öğle ve akşam paradır. Elbette şehir yaşamı gereği her şey ekonomik durum üzerinde kuruludur. Fakat para kazanmanın yanında çocuk eğitimi de önemlidir. Belirtilmesi gereken asıl diğer bir konu da bu alana gelen ilk sözleşmeli işçilerin sosyal yaşamlarından bahsetmek komik ve gülünç derecededir! Bu durum sol kesimi içinde de aynıdır. Bilhassa Almanya'daki Türk çocuklarının birçoğu genelinde artık aileden kopar. Bu kopma da gene gençlerin iki ayrı kültür arasındaki bocalamasındandır. Bu son nesilin aile bağları diye bir şey kalmamış. Gençliğin kendisini sokakta bulmasının altında yatan asıl olgu ailenin eğitim düzeyine bağlıdır. Ayrıca aile içi şiddetin başgöstermesi de çocuğu aileden soğutur ve çocuk bu şekilde kendisini sokağa atıp çareyi evin dışında aramakla bulur ve kendisini öylesine avutur. Bunun nedenleri daha değişik şekilde çoğaltılır. Aynı zamanda Avrupa toplumu açık bir toplumdur. Buna bağlı olarak yaşam mücadelesi de genelinde açık olur. Kapalı toplumun insanları kapalı olur. Düşüncede kapalıdır. Yaşamda kapalıdır. Aile içinde kapalıdır. Sosyal yaşamı kapalıdır. Dağ başında gelen bir aile yapısı ile şehirde gelen bir aile yaşamının özünde hiçbir fark yoktur. Kültür çatışması had safhadadır. Çocuk iki kültür, iki değişik sosyal yaşam içinde bocalar durur. Sonuç olarak çocuk, kendisini başka yönlere verir. Kendisini ya bir çetenin içinde bulur, ya bir hırsızlık gurubu içinde bulur, ya da mafya içinde bulur. Çünkü zemin her şeye açık ve mevcuttur. Çocuğun, bir yandan feodal ve kapalı bir sosyal yaşam sürdürmesi, diğer yandan tam tersine her şeyi ile açık bir sosyal yaşam ikilemi arasında kalması başlı başına onun yoldan çıkmasına büyük bir nedendir? Tek bir eksiklik var. Bu da bilinçli ve proğramlı bir sosyal yaşamın olmadığıdır. Türk toplumunda akşamları yatma saatı belli değildir. Sabah kalkış saatı belli değildir. Düzenli bir beslenme tarzı yoktur. Genelinde düzenli bir işi de yoktur. Düzenli bir işi olan da gene aynı kültür ve aynı yaşam stili hakimdir. Bu kesimde aynı zamanda ağırlıkta olan kahve kültürüdür. Gerçi bütün dünya ülkelerinde kahve ve bar kültürü egemendir ki bu da gene kapitalist sistemin çarpık sosyal yaşamından ve işsizlikten kaynaklanan bir olgudur. Elbette bunun başka değişik nedenleri de olabilir? Fakat Türk toplumundaki kahve kültürü çok farklıdır. Hangi kahveye gidilirse gidilsin kumar oynama büyük bir hastalıktır. Türklerin kahve alışkanlıklarından en belirgin özelliği bol bol sigaranın içilmesi ve dumanaltı olmasıdır. Kahveler emekli kesiminin gününü geçirmek için büyük bir sığınaktır. Kahvelerde çay tüketiminden çok sigara tüketiminin had safhada olması çok büyük bir sorun olur. Ordaki toplumun dumanaltı olması çekilmez bir haldır. Avrupadaki sol derneklerde de sorun gene aynıdır. Bu alanda kumar oyununun yerini küçük burjuva gevezeliği alır. Gruplar arası tartışmalar sabahtan başlar akşama kadar devam eder. Masa başında dumanaltı olup masabaşı devrimi yaparlar. Zaten Avrupalı siyasî mültecilerin aile yaşamı veya sosyal yaşamı ne olabilir ki? Onun geldiği yer ve alan bellidir. Alandaki yapı neyse Avrupa'da da yapı aynıdır. Aşırı sol (!) görünürler ve aşırı hareket ve davranışlarda da tektirler. Sol düşünceyle kadın özgürdür yaftası altında kadınların veya kızların etmedik haltları da cabası. Solcu erkek, kadın haklarını dilinden düşürmez. Fakat aile içinde ataerkil gururunu da çiğnettirmez. O, özde hep Osmanlıdır (!) Kendisi plajlarda hava atar, kadını da dört duvar arasında hapis ederler. Kadının yüzünü gözünü kapatır, kendisi gayet açık, kısa pantalon giyer. Kendi aklıyla çevreye entel görünmeye çalışır. Plajlarda mayo ile gezer. Kızın ve erkek çocukların üzerinde baskı kurar daha da gericileşir ve iyice batağa batar. Kimileri de Avrupa yaşamına ayak uydurmaya çalışarak daha da laçkalaşır ve ne yapacağını bilmez. Tamamen insanlıktan çıkar. Ortamı biraz düzensiz ve örgütsüz yakaladı mı iç çamaşırler bile alafora olur? Kimi de Avrupa'nın açıklığına karşı tamamen kapanır ve iyice tutuculaşır ve gericileşir. İki yönlü bu çarpık yaşam biçiminin veya biçimlerinin ortaya çıkmasıyla toplumdan dıştalanmalar zaten egemendir. Gerekli damgalar anında yapıştırılır. İşler daha da karmaşık bir hale gelir.

Avrupa'da her çevre veya her aile, kendi yakın akrabasını getirir. Fakat getirdikleri unsurları da kendi sırf özel mülkiyet düşkünlüklerinin doğrultusunda kullanırlar. Kardeş kardeşi kullanır. Baba oğulu kullanır. Oğul babasını kullanır. Anne kızını kullanır. Kız annesini kullanır. Biri diğerini sürekli kendi çirkin emelleri doğrultusunda harcar. Bu tür davranış ve hareketlerin asıl kökeni ekonomik ve ticaret zihniyeti ve mantığının egemen hale gelmesinden kaynaklıdır. Bu da gene bağlı bulunduğu devletin yapısından kaynaklıdır. Bütün bu özellikler mevcut devlet yapısından görmek mümkündür. Kendi zihniyet yapısını bu alanda daha değişik bir boyut içinde uygulamaktadır. Örneğin Türk devleti, Türkiye'de irticayı her ne kadar tehlikeli görüyorsa da Avrupa'da konsolosluklar vasıtasıyla ırka ve din çalışmalarına ağırlık vermektedir. Buna bağlı olarak;

A-Dini çelişkiler yaratmak,

B-Irk çelişkisini yaratmak,

C-Bölgesel çelişki yaratmak,

D-Milliyetçi ve şovenist çelişki yaratmak gibi şeyler halk arasında en belirgin özelliklerdir.

Avrupa'daki Türk toplumunda bu dört ana öğe egemendir. Avrupa alanındaki kutuplaşmalarda çok farklılıklar var. Örneğin; Maraşlı, Dersimli, Ankaralı, İzmirli, Karslı vs gibi bölgeselcilik yaratmak. Egemen sınıfın diliyle Alevi-Sünni (Belirtmek gerekir ki eskiden Alevi=Ezilen, Sünni=Ezen anlamındadır veyahut da diğer bir anlamıyla Alevi= Devrimci, Sünni =Zalim ve Faşist anlamındaydı. Bir yanlışa meydan vermemek için ezilen Sünni devrimcisi ve halkı bu tabirin dışındadır. Günümüzde toplumu Alevi-Sünni diye dini mezhebe ayıran düşünceye karşıyım. Çünkü din ayrımı yapmayı gene egemenler yapmış ve halkın birliğine bu şekilde darbe vurmuş ve bunda başarılı da olmuştur) din ayrımını yapmak. Türk-Kürt gibi ırk ve milliyetçilik ayrımı yapmak. Bu ve buna benzer şeyler özellikle Türk konsoloslukları gözetiminde ve denetiminde gelişmektedir. Aynı zamanda PKK hareketinin gelişimiyle birlikte durum daha da ciddileşmiş. Müthiş bir Alevi-Kürt düşmanlığı Türk konsoloslukları tarafından körüklendirildiği de ortaya çıkmıştır. Bu düşmanlık bazen açık, bazen de gizli yapılmaktadır. Avrupa'da yuvalanan gerici ve ırkçı faşist odaklar Alevi ve Kürt gençlerine yönelirler. Bu yönelme taktiği Alevi ve Kürt genç erkek ve kızlarını eroin ve esrarla imha etme yoludur. Bu dinci gerici ve ırkçı faşist kesimi, sol kesimin belediyelere hakim olan şehirlere yerleşmesi de ilginç bir olaydır. Eskiden bu dinci gerici ve ırkçı faşist kesimi Avrupa sathında kesinlikle ev almazken büyük depremden sonra taktik değiştirip ev satın almaya başladılar.

Mülteci akım bir yönden sömürüye karşı çıkarken bu alanda da kendisi sömürünün en alasını yapmaktadır. Bu sömürü tayfası devrimcilik (!) maskesi altında dikiş atölyeleri, restorant veya işyerlerini açar. Avrupa sahasına getirdiği unsurları bu dikiş atölyelerine ve iş yerlerine resmiyette iş ortağı olarak gösterir. Vergi vermemek için onun bunun sırtından durmadan milyonlarca vurgun vurur. Ayrıca iş yerinde çalıştırdığı işçiyi sigortasız çalıştırır. Bir yandan işçi yanlısı geçinmekte, diğer yandan yoldaş dediği unsuru da kendi iş yerinde kanını emmeye çalışır. İş yerleri maskesi altında karın tokluğuna ve sigortasız çalıştıran nice hain örgütler ve unsurlar çıkar. Avrupa sathında böyle çok hain şiş göbekli olur. Kendi hırsına yenilmeyip insan katili olmuş nice sözde devrimci (!) bu sahada açığa çıkar. İnşaat dalında kimi fırsat bu fırsattır düşüncesiyle oturumu olmayan işçilerin psikolojik durumundan faydalanarak sigortasız çalıştırıp har vurup harman savurur. Hatta kimilerini de dolandırıp aylarca parasız çalıştırıp sonra tehditle parasına konar. Bu konuda nice unsurlar imha edilir. Kimini kâğıt küreği (bu deyim, oturum belgesi için kullanılmaktadır) olmadığından tehdit ederek parasını vermeyip sadece karın tokluğuna çalıştırırlar. Orman kesimlerinde milyon üzerine milyon kazananlar bu yolda köşe dönmeci olurlar. Kazanılan bütün kazanımlar hep Avrupa'ya getirilen göçmenlerin sırtından vurgunu vururlar. Bu alanda siyasî ilticacı iyi niyetli unsurlar bile gerekli şekilde kullanılır. Ama tüm bu olaylar bir sıfat altında yapılır. O da devrimcilik sıfatıdır. Yapılan tüm bu karanlık ve çirkin işlerden dolayı birkaç can harcanır. Birkaç yiğit imha edilir. Avrupa'ya sonradan gelen özellikle genç kesimi aşağı yukarı az da olsa yolunu çıkarır durumdadır. Fakat o sistemin işlerliğinden habersizdir. Bu sistem çarkının, kendisini nasıl kullandığından dahi haberi olmaz. Daha doğrusu kendi köylü kurnazlığıyla bir şeyler yapayım derken kendisi çukura düşer. O, bu çukura bir defa düşer, ikincisinde asla. Avrupa'ya gelen göçmen Türk toplumunun çoğu ekonomik olaydan dolayıdır. Bu göçmenler ilerde Türkiye için tehlikeli bir güç durumuna da gelebilir.

Avrupa'ya yerleşen Türk toplumu da aynı şekilde sol (!) örgütleri kullanır. O da herhangi bir olay karşısında çaresiz kalınca bu örgütleri devreye sokarak kendi çıkarını bu yöntemle korur. Hatta örgütü örgüte karşı kullandığı da olur. Bu kesimin kurnazlığı yazmakla bitmez. Bir ailede kaç çocuk varsa, bir o kadar da sol grup yanlısı olur. Aile tek çocukluysa o aile sürekli örgüt değiştirir. Ailede iki çocuk varsa, o ailede iki örgüt yanlısıdır. Avrupalı Türk toplumundaki bu ikiyüzlülük ve kurnazlık halen devam etmektedir. Bu neden böyledir? Bunların ortak amacı tektir. Amaçları başlarına herhangi bir şey geldiğinde örgütleri devreye sokup kendilerini temize çıkarmaktır. Örgütleri kullanmaktır. Ailevi problemler ortaya çıktı mı örgütleri devreye sokarlar? Bir ailede her çocuk sayısına göre her renkten örgüt var demektir. Bölgesel kavgalarda örgütler kullanılır. Ailevi sorunlarda örgütler veya örgüt mensupları kullanılır. Her devir kampanyasında çok ikiyüzlüce davranılır. Özellikle kampanya veya bağış toplamalarda öyle bir politika uygulanır ki tam bir köylü kurnazlığı oyunu. Aile veya birey A örgütü, kampanya toplamaya gittiğinde, bu aile gerekli bağışı veya kampanyayı veya yardımı B örgütüne verdiğini söyler. B örgütü aynı aileye gittiğinde A örgütüne yardımı verdiğini söyler. Böylece aile iki tarafı ve hepsini aldatıp hiçbirine de yardım vermez. Bu taktik iş yerlerinde de var. Her kampanya açıldığında veya herhangi bir yardım istendiğinde milletin tikleri atmaya başlar. Aslında Türkiye kırsalında uygulanan taktiğin aynısı Avrupa sathında da devam etmektedir. Nedir bu taktik? Aşiretlerin, örgütleri nasıl kullandığı Türkiye kırsalında açıktır. Bir aşiretin, bir sol örgütü bir başka aşirete karşı kışkırtması vardı. İşte bu nokta aynen olduğu gibi Avrupa sahasına taşırılmış durumdadır. Aynı zamanda bölgesel kavgalarda Maraşlı-Ankaralı -Urfalı-Çorumlu gibi durumlarda örgüt mensupları harcanarak imhalarına neden olmuşlar?

TDH, Türkiye'de izlediği taktikleri Avrupa zemininde de aynı taktik hataya düşer. Bunların yaptıkları; kampanya düzenlemek, gece düzenlemek, dergi ve broşur, gazete dağıtıp satmak, afişleme ve pullama yapmak vs gibi ufak tefek eylem biçimleridir. Bunun dışında arada bir futbol turnuvaları düzenlenir. Gerek Türkiye genelinde, gerekse Avrupa genelinde şurası bir gerçek ki ezilen halk tabakası, hem sol tarafından, hem devlet tarafından sömürülür ve ezilir. Özellikle Avrupa safhasında, sol hareket veya örgüt adına açılan bazı iş yerlerine sahip sol unsurlar bile, bu ezilen ve yurtsever unsurları hep köle gibi çalıştırmış olup sömürdüğü de bir gerçektir. Bu sömürü biçimleri sigortasız ve kaçak olarak çalıştırma gibidir. Bazen de hiç parasını vermeyip tehditle sadece kendi ceplerini şişirirler. İnsan tacirliği sahasında Türk solu içinde para karşılığında kaçak yoldan illegal adam getiren şebekeler de var. Hatta bu insan tacirliği konusunda hem devlet para kırdı, hem de sözde sol(!) parayı kırdı. İkisinin de özünde amaçları ve çabaları ortaktır. Kürdistan kesimini insansızlaştırmaktır. Bu konuya PKK da dahildir. Bir anlamda, bu hareket de insan tacirliğini onayladı. Gelişen Kürt göçü özellikle bu son zamanlarda oldukça Avrupa zemininde sorun yarattığı da gözlemler arasındadır. Bu poltikanın özünde Kürt sorununu Avrupa ülkeleri politikasının merkezine oturtmaktır. Sadece Kürt sorunu Türkiye ve başka ülkenin sorunuyla özdeş değildir, mesajından ibaret olup aynı zamanda Avrupa'nın da bir sorunu olduğunu hissettirmek politikası olur. Avrupa'daki PKK'nin Kürt göçü konusundaki politikasının esası bundan ibarettir. Fakat bu da bir cilalanmadır. Avrupa sahasında Kürt göçünü arttırıp kendisini Avrupa'da Kürtler adına söz sahibi olma çabasıdır. Nihayet durum bu yönde gelişim göstermektedir. Asıl amaç hem Türkiye'de, hem Avrupa zemininde Kürt kozunu ele geçirme plotikasıdır. PKK, bu kozu ele geçirmiş gözükse de bu koz henüz zayıftır. Kısaca Kürtler üzerinde çok uluslu emperyalist oyunun tezgâhlandığı da bir gerçektir. Bu tezgâh kanımca yakın zamanda soykırıma dayalı bir katliamı da beraberinde getirecek gibidir. Emperyalistlerin küreselleşme adı altında bazı etnik temizlik yaptığı da unutulmamalıdır. Emperyalist devletler Ortadoğu'da bu etnik temizlik peşindedirler. Bu alanda müthiş bir boğazlaşmanın yaşanacağı kaçınılmaz olacaktır. Çünkü bu alandaki toplumsal yapı her çeşit provakasyona açık bir yapıdadır.

Avrupa'da mesken tutan bazı siyasî ilticacılara gelince; bunlar da kendi yollarını şaşırmış olup bile bile sırf para kazanmak uğruna en aşırı sağ kesim için sahte sol veya Kürt adına belge düzenlemektedirler ki bunların varlığı henüz devam etmektedir. Ayrıca bu tür kişilikler hem de devrimci adına yaşamaktadırlar. Hiç devrimcilikle ilgisi olmayan, Kürtçülükle veya PKK'cılıkla hiç ilgisi olmayan sıradan bazı sağcı veya en aşırı MHP'cilere bile oturum almaktadırlar veya bu siyasetler adına dilekçe yazmaktalar. Bu utanmayan ve arlanmayan kendini bilmez para ve mal düşkünleri piyasada cirit atmaktadırlar. Ama bu tür kişilikler bazı toplantılarda da tavada kül bırakmazlar. Müthiş aşırıdırlar.

Devrimciliği, insanlığı ve dürüstlüğü bu kadar ayak altına alan Türkiye'de ve Kürdistan topraklarında devrim yolunda şehit düşen tüm devrimci ve komünistler'in kanı üzerinde rant sağlayan kendini tanımaz bu leş kargalarına bir gün gelir bu kirlilikleri hatırlatılmak üzere!..

 

İHANET

Ben, seni ben bilirim, şiarımla

Yaşamımda ne ihanet ettim ne de edeni sevdim

Tek bildiğim insanı hep kendimden biri belledim

Ben kendimi nasıl bildiysem, insanı da öyle bildim

Benim felsefem buydu, hiç ihaneti sevmedim

Ben hep seni ben bilirim ve yürekte bir sır bilirim

Ben senin sırrınım, sen de benim

İhaneti görür isem senden, seni bir düşkün bilirim

H. DAL

(Türk Solu - Edebiyatca)

Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité