Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Littérature
Publicité
Archives
Littérature
Derniers commentaires
Littérature
Catégories
22 février 2012

ON KASIM VE KATLİAM KOKULARI

uzun-mehmet-siteye[1]          "Demokratik ve Kürt açılım" dalgası bütün şiddeti ve hızıyla hem dağda, hem de ovada devam ediyor. Bu açılım doğrultusunda bugünlerde çok sinsi planlar ve projelerin olduğu sezilmektedir. Devlet tarafından Kürt açılımı, demokratik açılım, sonra milli birlik mütabakatı adı altında kavramlar kullanıldı. Fakat bu son zamanlarda nedense Türk siyaseti yön değiştirmişe benziyor ve ikinci bir soykırım planı peşinde olup hep Dersim eksenli bir siyaset yapılmaya yoğunlaştı. Bu devlet herhalde gene faturayı Dersim Alevileri’ne ödetmeye ve yüklemeye çalışıyor. Dersim halkı her defasında kurbanlık olarak seçilmiş olup hep hedef tahtası durumuna getirilmek isteniyor. Bu da;
1- İlk önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Dersim’e gitmesi,
2- Akabinde Aleviler’in İstanbul Kadıköy’de miting düzenlemesi,
3- CHP’nin, kendi içinde barış yanlısı Dersimliler’i ihraç etmesi,
4- 10 Kasım’da CHP genel başkan yardımcısı Onur Öymen’in Dersim katliamını dillendirmesi, hiç de hayra alamet değil.
Bugünlerde sık sık demokratik açılım adı altında daha çok Dersim’den konuşulması kötü kokuların geldiğine yönelik uyarılar dahilindedir. Öyle sanıyorum ki bu demokratik açılım dalgasıyla birlikte, namlunun ucuna yine yoksul Dersim Alevi halkı sürülmüş durumdadır. 10 Kasım’da Onur Öymen’in Dersim katliamını ağzına alıp sarfetmesi çok anlamlı olsa gerek.
Eğer bu uyarı, Dersimliler veya Kürtler için bir gözdağıysa, bu durumda CHP’nin siyaset sahnesinde silinmesi ve yokolmasına sebep olacaktır. Bu partinin, Türkiye genelinde müthiş bir oy kaybına uğrayacağı da bir gerçektir. Bundan dolayıdır ki bu parti, gün geçtikçe hırçınlaşıp bazı kesimlere yaranmak çabasındadır. Zaten bu parti, oldum olası demokratik olamadı.
Demokratik açılımın tartışıldığı 10 Kasım’da Meclis Genel Kurulu’nda oldukça mide bulandırıcı söylemler kullanıldı. Hele bu olaylardan biri var ki o kadar eğitim almış, devlet kademesinde görevli olarak yurt dışında büyük elçilik görevlerinde bulunmuş ama zerre kadar insanlıktan nasibini de almamış.
Sonra bu kişinin adının "Onur" olması bile sarfedilen bu dilin gölgesinde öylesine kaybolup gitmiştir. Gönül isterdi ki bu şahsiyet, kendi adına yakışır şekilde 1937-38’de Dersim halkına uygulanan insanlık dışı vahşeti ve ötesi soykırımdan dolayı, CHP adına özür dileseydi en güzeli olurdu. Bu tavrıyla mecliste tüm Türkiyeliler’e güzel örnek olurdu. Ama ne yazık ki katliamcı ve soykırımcı bir zihniyetle beslenen bu gibi unsurlar, günümüzde bu utanç verici kelimeleri sarfetmesiyle bir şeylerden çok uzak olduğu anlaşılmıştır.
CHP Genel Başkan Yardımcısı olan bu zat, meclis konuşmasında şöyle diyordu:
“Dersim’de analar ağlamadı mı?” Bu zihniyetin sahip olduğu ve sistemin yetiştirdiği bu zat ve onun gibilerine yanıt sadece şu olabilir;
Dersim halkına asırlardır acı çektiren bir zihniyet yapısının hâlâ değişmemek için direnmesi ve geliştirilen barış sürecine karşılık kan emici vampirlerin kana doymaması gene bu zihniyetin, kendi faşist zihniyet yapısını ele vermektedir. Böyle bir durumda, bu zihniyet sahiplerinin ne kadar vicdanî duygudan yoksun olduklarını ele vermektedir.
Zira Dersim halkını ne koruyan bir devleti oldu, ne de ona hizmet götüren bir hükümeti oldu. Devletçe Dersim halkına çok görülen yaşam hakkı bile elinde alınmak istenmektedir. Son Munzur üzerinde yapılan barajla artık bu durum daha açık ve net olarak anlaşılmaktadır.
Dersim halkına, olağanüstü hal kapsamı altında hep baskı ve imha dayatıldı. Ekonomik ambargolarla açlığa ve sefalete terkedildi. Bu son zamanlarda köy korucu sistemi dayatılarak evler kontralarca yakıldı ki, bu da AKP hükümeti döneminde uygulandı.
Dersim’de ağlayan analara gelince;
Ne yazık ki Dersim’de analar ağlamadı. Dersim’de M. Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen tarafından havadan uçaklarla bombalandı, karada da askerlerce mitralyözlerle taranan analar, karınlarında bebekleriyle delik deşik edilen analar ağlamadılar. Ağlayacak ana kalmamıştı çünkü kucaklarındaki bebeleriyle birlikte onlar da öldürülmüştü. Üstelik sağ kalan çocukların birçoğu da yetim kalmıştı. Yetim kalan çocukların akibetleri de meçhullerdeydi. Günümüzde hâlâ kendi yakın akrabaları tarafından kaybolmuş çocuklarının peşinde nefes tüketenler var.
Dersim’de soykırım yapmaya giden kan emici apoletli ve apoletsiz kişiliksiz devlet temsilcileri veya memurları ayrıca utanmadan bu katliamı anılarında anlatırlar. Ama biri varki bu katliamları yazmaktan utanmış. Demek ki Dersim’de yaşananlar insanlık dışı ve tasvip edilir olaylar olmadığı için insan olduğundan utanç duyanlar olmuştur. Bu gibiler sadece okuyuculardan özür diler ama her nedense devletin yaptığı bu utanç verici soykırımdan dolayı Dersim halkından özür dileyecek kadar kudretleri olmaz. Ama kimi de “Dersimliler’i fare gibi boğdular, gaz kullandılar” diyecek kadar aşağılanır. Bu deyimleri kullananların hepsi Dersim soykırımından görev yapmış devlet elemanıdırlar. Soykırımı yapanlar suç işleme kapsamına girmez ve kahraman ilan edilirler. Ondan sonra "soykırım" kavramını kullananlar suçlu duruma düşerler. Bugüne kadar kendini tanıyan bir devlet başkanı veya cumhurbaşkanı, Dersim soykırımı hakkında insanî vacdanına başvurup Dersim halkından ufacık bir özür dilemeyi bile aklından geçirmemiştir, soykırımı bile az görmüşler ki henüz öcalma peşindedirler.
Son sözü Sabah gazetesi yazarı sevgili Ergün Babahan’ın şu deyimiyle noktalamak istiyorum;
"Türk olmayı kabul etmeyenlere, Türklüğün değerini bilmeyenlere, Türkler’e biat etmeyenlere, Dersim’de ne yapıldıysa onu yapalım diyor. Dillerini, dinlerini, kültürlerini inkar edelim, bastıralım, direnirlerse Dersim’de yaptığımızı yapalım diyor.
Ne diyelim, paçan sıkıyorsa dene...
Ya da sana kör ol demiyorum, kör olma da gör beni, diyorum..."

Dersim’in Bilinmeyen Gerçek Yüzü (Sosyo- Antropolojik Bir Araştırma)
Edebiyatca(HD)
Publicité
Publicité
Commentaires
Publicité